HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.

Join the forum, it's quick and easy

HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.
HİCRET
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Enam Suresi 52. Ayet Tefsiri / Seyyid Kutub

Aşağa gitmek

Enam Suresi 52. Ayet Tefsiri / Seyyid Kutub Empty Enam Suresi 52. Ayet Tefsiri / Seyyid Kutub

Mesaj  dareyn Çarş. Ağus. 18, 2010 9:58 am

"Sırf Rablerinin rızasını dileyerek sabah ve akşam O’na dua edenleri (fakirleri), fakirlerle bir arada bulunmak istemiyen müşriklerin arzusuna uyarak, yanından kovma. Onların (o fakirlerin görünüşte iyi olan halleri hakikatte fena olsa bile) hesabından sana hiç bir şey gerekmez ve senin hesabından da onlara bir şey yoktur. Bunun için, onları kovarsan, zulmedenlerden olursun." (En'am /52)

Akra b. Habis Et-Temimi ve Uyeyne b. Uyeyne b. Hısn el-Fizari gelip Peygamberi -salât ve selâm üzerine olsun- Bilal, Süheyb, Ammar ve Habbab'la birlikte bir grup garip mü'minlerin yanında otururken buldular. Garip ve fakir mü'minleri gördüklerinde küçümsediler. Sonra Hz. Peygambere gelip şöyle dediler: Bizim için Arapların üstünlüğümüzü görecekleri bir meclis ayırmanı istiyoruz. Arap heyetleri yanına geldiklerinde bizi şu kölelerle birlikte görmelerinden utanıyoruz. Bu yüzden yanına geldiğimiz zaman bunları yanımızdan kaldır. Biz ayrıldıktan sonra dilersen onlarla birlikte otur. Hz. Peygamber "tamam" dedi. Onlar "öyleyse bunu yazıp bize ver" dediler. Habbab diyor ki, Hz. Peygamber, bir kâğıt getirmelerini ve yazmak üzere Ali'yi çağırmalarını istedi. O esnada bir köşede oturuyorduk. O esnada Cebrail şu ayeti getirdi:

"Sırf Rabblerinin rızasını dileyerek sabah, akşam O'na yalvaranları yanından kovma, onların hesabından sana ve senin hesabından onlara bir şey düşmez ki, bu yüzden onları kovarak zalimlerden olasın." (En'an /52)

"Kendini beğenmişler `Allah'ın aramızdan seçerek lütfuna layık gördükleri bunlar mıdır?' desinler diye biz onları işte böylece sınavdan geçirdik. Allah şükredenleri herkesten iyi bilen değil mi?" (En'am / 53)

Ardından:

"Ayetlerimize inananlar sana gelince onlara de ki; Selâm size, Rabbiniz merhametliliği üzerine görev yazdı, buna göre içinizden kim bilmeyerek bir kötülük işler de arkasında tevbe edip kendini ıslah ederse, biç kuşkusuz, Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir." (En'am 54)

Bunun üzerine Hz. Peygamber kâğıdı elinden bıraktı sonra da bizi çağırdı ve şöyle dedi: "Selâm size, Rabbiniz merhametliliği üzerine görev yazdı." Biz de onun yanında oturduk. Kalkmak isteyince de kalktı ve yanımızdan ayrıldı. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi:

"Sırf Rabblerinin rızasını dileyerek sabah, akşam ona yalvaranlarla beraber sabret. Dünya bayatının çekiciliğini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma." (Kehf, 28)

Habbab diyor ki, bundan sonra Hz. Peygamber yanımızda otururdu. Kalkması gereken saat gelince, kalkıp gitmesi için önce biz kalkıp onu yalnız bırakırdık.

Hikâyenin özü şu; Arapların "eşraf" takımından bir grup, Hz. Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun- fakirliklerinden dolayı üst başları ter kokan Şuheyb, Bilal, Ammar, Habbab, Selman ve İbni Mesud gibi kimsesiz fakirler, kucak açıyor diye İslâm çağrısını kabul etmekten kaçınmışlardır. Bu kimsesizlerin toplumsal konumları Kureyş'in efendileriyle aynı mecliste oturmaya yetmiyordu. Bu yüzden Kureyş'in eşraf takımı Hz. Peygamber'den, bunları yanından uzaklaştırmasını istediler. Fakat peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- bunu kabul etmedi. Bu sefer kimsesiz fakirler için ayrı bir toplantı, eşraf takımı için de aralarında şu kimsesiz fakirlerin yer almadığı ayrı bir toplantı düzenlenmesini önerdiler. Böylece efendilerin cahiliye toplumundaki ayrıcalıkları, özellikleri ve üstünlükleri sürecekti. Bunun üzerine Hz. Peygamber de İslâm'a girmelerini sağlamak amacıyla bu isteklerini kabul etme düşüncesi uyanmaya başladı, ancak Rabbinin kesin emri gelmişti: "Sırf Rabblerinin rızasını dileyerek sabah, akşam O'na yalvaranları yanından kovma."

Müslim Sa'd b. Ebi Vakkas'dan şöyle rivayet eder, Sa'd diyor ki, "Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- yanında altı kişi bulunuyordu. Müşrikler Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- yanında bulunan şu adamları uzaklaştır ki, bize karşı cüretkâr davranmasınlar" dediler. Peygamberin yanında bulunanlardan biri bendim, biri İbni Mesut, biri de Hüzeyl kabilesinden bir kişi, biri de Bilal idi. Bir de isimlerini hatırlayamadığım iki adam vardı. Bunun üzerine Peygamberin gönlünde yüce Allah'ın geçmesini istediği düşünce geçti ve kendi kendine konuştu. Bunun üzerine yüce Allah bu ayetleri indirdi.

Bundan sonra Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları gördüğü zaman selâmla başlar ve şöyle derdi. "Ümmetimin içinde kendilerine selâm vermekle emr olunduğum kimseleri var eden Allah'a hamd olsun."

Müslim'in sahihinde Aziz b. Amr'dan şöyle rivayet edilir. Ebu Süfyan, Süheyb ve Bilal'e rastladı ve onlardan tiksindi. Bunun üzerine onlar, "Allah'a andolsun ki, Allah'ın kılıçları onun düşmanlarından intikam almaktan alıkonmuş değildirler" dediler. Habbab diyor ki; bunun üzerine Ebu Bekir "Bunları Kureyş'in önderi ve efendisi için mi söylüyorsunuz" dedi. Sonra da Hz. Peygambere gidip haber verdi. Resulullah, "Ey Ebu Bekir, belki de onları kızdırmışsın. Şayet onları kızdırmışsan, kuşku yok ki, Allah'ı kızdırmışsın demektir" buyurdu. Bunun üzerine Ebu Bekir yanlarına gidip "Ey kardeşlerim sizi kızdırdım mı?" dedi. Onlar da "Hayır, Allah seni bağışlasın, kardeşimiz" dediler.

İNANMIŞ İNSANLARIN DEĞERİ

Şu nasların üzerinde uzun uzadıya düşünmemiz gerekir. Aynı şekilde bütün insanlık da buna muhtaçtır. Kuşkusuz bu naslar sırf "insan hakları" konusunda birtakım ilke, değer ve teoriyi temsil etmemektedirler. Olay bundan çok daha büyük ve boyutludur. Bu hükümler, insanlık hayatında fiilen gerçekleşmiş olağanüstü bir olguyu, bu dinin tüm insanlık bazında gerçekleştirdiği geniş boyutlu değişimi temsil etmektedir.

Bir zamanlar insanlığın gerçek hayatlarında ulaştıkları ufkun üzerindeki aydınlık çizgiyi somutlaştırmaktadır... Her ne kadar insanlık, bu dini takip ederek sağlam adımlarla yükseldiği bu aydınlık çizgiden geriye dönüş yapmışsa da, bu durum şu değişimin büyüklüğünden, bir zamanlar gerçekleşen bu olgunun ululuğundan ve insanlığın pratik hayatında fiilen çizilen bu çizginin öneminden bir şey eksiltmez. Bu çizginin çizilmiş olmasının ve bir zaman ona ulaşılmış olmasının değeri, insanlığın bir daha, tekrar ona ulaşmaya çalışmasındadır. İnsanlık bir kere bu çizgiye ulaşmış olduğuna göre bu onun gücü ve imkânı dahilindedir. Çizgi, orada ufuklarda duruyor. İnsanlık da aynı insanlık... Bu din de yine aynı dindir. Geride kararlılık, güven ve kesin bir inanç kalıyor.

Bu hükümlerin değeri, o gün için insanlığa bütün noktaları ve aşamalarıyla cahiliye bataklığında yükselen bir çizgi belirlemesindedir. İslâm, Arapları bu bataklıktan çıkarmış, onları yükselttiği erişilmez dorukların düzeyine ulaştırmıştır. Yeryüzünde insanlığın elinden tutup bu bataklıktan çıkararak ulaştıkları zirveye yükseltecek bir konuma getirmiştir.

Bütün insanlık gibi Arapların, cahiliye döneminde içinde yüzdükleri iğrenç bataklık ise, Kureyş'in ileri gelenlerinin şu sözlerinde gayet açık bir şekilde somutlaşmaktadır. "Ya Muhammed kavmin arasında bunlardan mı hoşnud oldun? Bunlar mı Allah'ın aramızda lûtufta bulunduğu kimseler? Biz şimdi bunlara mı uyacağız? Kov şunları yanından. Şayet onları kovarsan belki sana uyarız"... Aynı şekilde Akra b. Habis et-Temimi ve Uyeyne b. Hısn el-Fizarî'nin, Bilal, Süheyb, Ammar, Habbab ve benzeri gariplerden oluşan peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- arkadaşlarını küçümsemelerinden ve Peygambere söyledikleri şu sözlerden de iyice belirginleşmektedir: "Bizim için, Arapların üstünlüğümüzü görecekleri bir meclis ayırmanı istiyoruz. Arap heyetleri yanına geldiklerinde bizi şu kölelerle birlikte görmelerinden utanıyoruz."

Burada cahiliye iğrenç görünümü, komik ölçüleri ve basit değerleriyle belirginleşmektedir. Soy ve ırk taassubu... Malı ve sınıfsal farklılıklar gibi birçok değerler... Şu adamların bir kısmı Arap değildi. Bir kısmı da eşraf takımından değildi. Aralarında servet sahibi bir kimse de yoktu. Her cahiliye toplumunda geçerli olan günümüz cahiliye toplumlarının ırk, renk ve sınıf çığırtkanlıkları arasında bunların üzerine çıkamadığı aynı değerler...

Bu, cahiliye bataklığı... Erişilmez dorukta ise İslâm yer alıyor. İslâm şu komik değerler, şu basit hedefler ve şu kof çığırtkanlıklar için ölçüler koymaz. O gökten inmiştir, yerden bitmiş değildir. Çünkü yeryüzü bataklığı kendisidir. Şu garip, yeni ve ulu bitkiyi yetiştirmesi mümkün olmayan bataklık. İslâm, buyrukları uygulanan bir dindir. İlk uygulayan da Muhammed -salât ve selâm üzerine olsundur. Kendisine gökten vahiy gelen, Allah'ın peygamberi Muhammed... Bundan önce Haşimoğulları'nın gözdesi, Kureyş'in zirvesi Muhammed... Sonra Ebu Bekir "şu kullar" hakkındaki İslâm'ın buyruğuna uyuyor. Allah'ın peygamberinin arkadaşı Ebu Bekir... Evet şu kullar... Herkesin ve her şeyin kulluğundan sıyrılıp tek başına Allah'a kul olanlar. Nitekim yukarıda anlatılanlar bu kullara ilişkindi...

Nasıl ki, cahiliyenin iğrenç bataklığı, Kureyş'in ileri gelenlerinin sözlerinde, Akra ve Uyeyne'nin düşüncelerinde belirmektedir ise, aynı şekilde İslâm'ın erişilmez zirvesi de yüce Allah'ın peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun yönelik buyruğunda somutlaşmaktadır.

"Sırf Rabblerinin rızasını dileyerek sabah, akşam O'na yalvaranları yanından kovma, onların hesabından sana ve senin hesabından onlara bir şey düşmez ki, bu yüzden onları kovarak zalimlerden olasın."

"Kendini beğenmişler `Allah'ın aramızdan seçerek lûtfuna layık gördükleri bunlar mıdır?' desinler diye biz onları işte böylece sınavdan geçirdik. Allah şükredenleri herkesten iyi bilen değil midir?"

"Ayetlerimize inananlar sana gelince onlara de ki, `Selâm size, Rabbiniz merhametliliği üzerine görev yazdı, buna göre içinizdén kim bilmeyerek bir kötülük işler de arkasından tevbe edip kendini ıslah ederse, hiç kuşkusuz, Allah bağışlayıcıdır' merhametlidir." (En'am /52-53-54)

İslâm'ın bu erişilmez zirvesi, Peygamberi -salât ve selâm üzerine olsun- "şu kullar"la olan ilişkilerinde belirginleşmektedir. Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalip b. Haşim, -bundan başka- Allah'ın Peygamberi, O'nun yarattıklarının en hayırlısı ve hayatı şereflendiren varlıkların en üstünü olduğu halde, yüce Allah'ın onlarla konuşmaya selâmla başlamasını, onların yanında sabretmesini, onlar kalkmadıkça kendisinin kalkmamasını emrettiği peygamber...

Sonra bu zirve, "şu kulların" Allah katındaki kendi konumlarına, kendi kılıçlarına bakışlarında ve onları "Allah'ın kılıçları" olarak değerlendirişlerinde, İslâm'ın en sıkıntılı günlerinde öne geçip İslâm'ı kabul edişlerinden dolayı kendilerini saffın en ön sıralarına geçirmelerinde belirginleşmektedir. Yine fetih yılında müslüman olup Hz. Peygamber tarafından bağışlanmış olmasından dolayı, Ebu Sufyan'ı İslâm saffının gerisine ittikten başka Kureyş'in bu ulusu ve efendisi hakkında sarf ettikleri sözlerden dolayı onları azarlayan Ebu Bekir'in arkadaşı Hz. Peygamber tarafından "şu kulları" kızdırmaktan sakındırmasında ortaya çıkmaktadır. Çünkü böyle bir durumda Allah'ı kızdırmış olacaktır. Aman Allah'ım... Hiçbir değerlendirme bu olayı ifade edecek düzeye ulaşamaz. Bizim de sadece aktarmak geliyor elimizden Ebu Bekir gidiyor, Allah'ı hoşnut etmek için o "kulları" hoşnut etmeye çalışıyor. "Ey kardeşlerim yoksa sizi kızdırdım mı?" diyor. Onlar da "Hayır kardeşim, Allah seni bağışlasın" diyorlar.

Bu nasıl bir şeydir ki, insanlığın hayatında bu derece dehşet verici bir şekilde gerçekleştirmiştir? İnsanların pratik hayatlarında tamamlanan bu derin inkılab nasıl bir şeydir?.. Yeryüzü aynı yeryüzü, ortam aynı ortam, ekonomi aynı ekonomi ve her şey olduğu gibi yerli yerinde durduğu halde, değerlerde, sistemlerde, duygu ve düşüncelerde aynı anda meydana gelen bu değişim nedir acaba?.. İnsanlardan birine gökte vahiy geliyor. Bu vahiyde Allah katından bir güç vardır. Üzerinde birikmiş tortuların ötesinden hitab ediyor insan fıtratına. Şu bataklıkta bocalayanlara yöneliyor. Onları yol boyunca erişilmez doruklara, yükseğe, daha yükseğe, oraya İslâm'ın katına çıkmaya teşvik ediyor.

Sonra insanlık bu erişilmez doruklardan geriye dönüyor ve tekrar bataklığa yuvarlanıyor. Bir kez daha New York'da, Washington'da, Chicago'da, Johannesburg'da ve uygarlık (!) dünyasının bunlar dışındaki diğer yörelerinde, o kokuşmuş taassuplar, ırk ve renk taassupları hortluyor. Orada, burada milliyetçilik, ırkçılık ve sınıfçılık taassubu yükseliyor. Bu iğrenç taassupların kokusu da hiç eksik olmuyor.

Ama İslâm orada, zirvede duruyor. İnsanlığın ulaştığı o aydınlık çizgiyi çizdiğinden beri... İslâm orada yüce Allah'dan insanlığa yönelik bir rahmet olarak duruyor. Olabilir ki, insanlık ayaklarını çamurdan çıkarır, dikkatlerini topraktan kurtarıp yukarıya yöneltir. Bir kez daha o aydınlık çizgiyi görür. Yine bu dinin çağrısına kulak verir, İslâm'ı takip ederek bir daha o göz alıcı doruklara yükselir.

Bu tefsirde takip ettiğimiz metodun sınırları içinde bu açıklamadan daha fazlasını yapamıyoruz, uzun uzadıya üzerinde duramıyoruz. Yalnız tüm insanlığı bu ayetler ve anlamları üzerinde düşünmeye çağırıyoruz. Bu çağrıyı insanlık tarihinde İslâm'ın izinde cahiliyenin aşağılık bataklığından, o erişilmez, göz alıcı doruğa yükselirken belirginleşen o düzeyi görmeye çaba sarf etmesi için yapıyoruz. Ancak insanlık göz kamaştırıcı doruklara ulaştıktan sonra, ruh ve inançtan yoksun "materyalist uygarlığın" teşvikleriyle aşağılara doğru yuvarlanmıştır. Aynı şekilde Allah'ın hayat metodundan ve yol göstericiliğinden uzak olarak insanın kendi kendine ortaya koyduğu tüm deneyimler, ekoller, rejimler, hayat düzenleri, ideoloji ve düşünceler başarısızlığa uğradıktan sonra İslâm'ın yeniden onu nereye ulaştıracağını kavramaya çalışmasını istiyoruz. Evet, yukarıda saydıklarımız, insanlığı yeniden o zirveye ulaştırmak, insanın sahip olduğu haklarını bu denli parlak bir şekilde garantilemek, bu müthiş inkılâbı gerçekleştirirken gönüllere huzur akıtmak hususunda başarısızlığa uğramışlardır. Oysa İslâm, katliamlara girişmeden, işkenceye başvurmadan, temel özgürlükleri askıya alacak istisnai uygulamalara gerek duymadan, korkusuz, telaşsız, kimseyi ezmeden, açlık ve fakirliğe meydan vermeden, insanları koyduğu ve içinde Allah'dan başka bazısının bazısına kullukta bulunduğu, aşağılık sistemlerin gölgesinde insanların giriştiği değişikliklerde karşılaşılan tipte bir engelle karşılaşmadan insanlığı değiştirmişti:

Burada, bu kadarı bizim için yeterlidir. Bizzat ayetlerin fışkırttığı ve aydınlık gönüllere akıttığı güçlü ve derin işaretler yeterlidir.
dareyn
dareyn
ilim ehli

Mesaj Sayısı : 482
Yaş : 50
Nerden : Dünya

http://my.opera.com/muhacir/blog/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz