HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.

Join the forum, it's quick and easy

HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.
HİCRET
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kurban Nedir?, İbrahim Aleyhisselâm’dan Ulvî Bir Hâtıra

Aşağa gitmek

Kurban Nedir?, İbrahim Aleyhisselâm’dan Ulvî Bir Hâtıra Empty Kurban Nedir?, İbrahim Aleyhisselâm’dan Ulvî Bir Hâtıra

Mesaj  erkam Çarş. Ekim 13, 2010 7:15 pm

KURBAN

Kurban, Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmak niyeti ile belli günlerde kesilen hayvana verilen addır.

Kurban kesmek hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Rabb’in için namaz kıl, kurban kes!” buyuruyor. (Kevser: 2)

Namaz kılmakla beraber, kurban da kes. Her ikisinin de şöhret için değil, Allah için halis niyetle yapılması gerekmektedir. Allah için kılınmayan namaz, namaz olmayacağı gibi; Allah için kesilmeyen kurban da kurban olmaz. Kurban olmak şöyle dursun, Allah’ın ismi anılmayan ve bilerek terk olunan veya Allah’tan başkasının ismi anılarak kesilenler, kesilmiş bile olmaz, ölmüş hayvan gibi haram olur.



Berâ bin Âzib -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir kurban bayramı günü şöyle buyurmuştur:

“Bu günümüzde bizim için ilk yapılacak şey, namaz kılmamız, sonra kurban kesmemizdir. Bunları sırası ile yapan sünnetimize uygun hareket etmiş olur.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 515)



Allah-u Teâlâ kullarına kurbanlık develeri yaratma ve onları Allah’ın nişânelerinden kılma nimetini bahşettiğini Âyet-i kerime’sinde haber vermektedir.

“Biz kurbanlık develeri sizin için Allah’ın nişânelerinden kıldık.” (Hacc: 36)

Allah’ın teşrî buyurduğu dinin belirgin işaretlerinden kıldık.

“Onlarda sizin için hayır vardır.” (Hacc: 36)

Dünyada da ahirette de menfaat mevcuttur. Onları kurban keserek büyük sevaplara nâil olursunuz.

“Ön ayakları bağlı olduğu halde keserken Allah’ın adını anın.” (Hacc: 36)

Allah’ın adını anarak kurban edin.

“Yanları üstüne yere düştüklerinde ise onlardan yiyin.” (Hacc: 36)

Bu size mubahtır.

“Kanaat edip istemeyene de isteyene de yedirin.” (Hacc: 36)

Kendilerine birer miktar verin. Böylece bir nevi ziyafette bulunmuş olursunuz.

“Şükredersiniz diye onları böylece sizin emrinize musahhar kıldık.” (Hacc: 36)

Güçlerine, cisimlerinin büyüklüğüne rağmen onları emrinize verdik. Dilediğiniz zaman binersiniz, dilediğiniz zaman işinizde kullanırsınız, dilediğiniz zaman da kesersiniz.

Ey kurban kesen müminler!

“Boğazlanan kurbanlık hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan sizin takvânızdır.” (Hacc: 37)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Hiçbir kul kurban günü, Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zira kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzları ile, kıllarıyla, tırnaklarıyla gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce, Allah katında yüce bir mertebeye ulaşır. Öyle ise onu gönül hoşluğu ile ifâ edin.” (Tirmizî)

Mühim olan sadece kan akıtmak veya et yemek değil, Allah-u Teâlâ’nın rızâsını kazanmak için kan akıtmaktır. O’na ulaşan sizin O’na itaat ve teslimiyetinizdeki, emirlerini yerine getirmenizdeki takvânızdır. Zira ameller ancak takvâ ve ihlâs ölçüleriyle makbuldür. Kurban kesenler ancak niyet, ihlâs ve takvânın şartlarına riâyet ederek Rabb’lerini râzı edebilirler.

“Sizi hidayete erdirdiği için Allah’ı tekbir edesiniz diye, O bunları size musahhar kıldı.” (Hacc: 37)

Onları buyruk altına almanın yolunu öğretip sebeplerini bahşeden ve kendisine yaklaşmanın yollarını gösteren Allah-u Teâlâ’nın nimetlerinin büyüklüğünü ve kudretinin yüceliğini tanıyıp, ulûhiyetini ve vahdaniyetini tekbir ile ilân edesiniz.

“İhsan edenleri müjdele!” (Hacc: 37)

Onların bu amelleri Allah katında makbul olup, kendileri bu yüzden ilâhi lütuflara nâil olacaklardır.



Kurban kesmek; hür, mukîm ve zengin olan her müslümana vâcibdir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Hali vakti yerinde olup da, kurban kesmeyen kimse namazgâhımıza yaklaşmasın.” (İbn-i Mâce)

Hemen bütün semavî dinlerde kurban kesmek, insanı Allah’a yaklaştıran ve ulaştıran bir ibadet sayılmıştır.

Kur’an-ı kerim’de Âdem Aleyhisselâm’ın oğullarının kurban kesmelerinden bahsedilmektedir.

Bir Âyeti kerime’de :

“Biz her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık.” buyuruyor. (Hacc: 34)

Kurban malla yapılan bir fedâkârlıktır. Bir müslüman kurban kesmekle, can da dahil olmak üzere bütün her şeyini Allah yolunda fedâ etmeye hazır olduğunu göstermiş olmaktadır. Diğer taraftan kurban, nefsanî arzuları kesmenin de bir işaretidir.

O kana bedel olarak, gelecek bir çok felâketler, ibtilâlar, akacak kanlar önlendiği gibi, en mühimi de Allah-u Teâlâ’nın emri şerif’inin yerine getirilmiş olmasıdır. Rızâ-i Bâri’ye vesiledir.



İbrahim Aleyhisselâm’dan
Ulvî Bir Hâtıra:

Kurban aynı zamanda İsmail Aleyhisselâm’ın Allah için kurban edilmekten kurtuluşunun hatırlanma vesilesidir.

Şöyle ki:

Hadis-i şerif’te bildirildiğine göre İbrahim Aleyhisselâm Burak ile bir günde Şam’dan Mekke’ye gelip giderdi. (Buhârî)

Bu ziyaretlerin birinde Mekke’de iken bir rüyâ gördü. O gün Zilhicce’nin sekizinci günü idi. Rüyâsında Allah-u Teâlâ ona ilk ve tek oğlu olan İsmail’i kurban etmesini emrediyordu. Önce bu rüyânın Rahmâni olup olmadığında tereddüt etti. O güne bundan dolayı Terviye günü denilmiştir. Zilhiccenin dokuzuncu günü aynı rüyâyı tekrar görünce, rüyânın Rahmâni olduğuna dair, yavaş yavaş kendisinde bir kanaat hasıl olmaya başladı. Bunun içindir ki bu güne Arefe günü denilmiştir. Onuncu günü tekrar aynı rüyâyı görünce, artık bunun kati bir emir olduğunu anladı. Oğlunu kurban etmeye karar verdiği için de o güne, kurban günü mânâsına gelen Yevm-i Nahir denilmiştir.

Peygamberlerin rüyâları ilâhi vahyin bölümlerinden birisi olduğu gibi, tabirleri de vahiydir ve sâdık rüyâlar olarak kabul edilir. Dolayısıyla böyle bir vahiy almış olmakla, bu yapılması gereken bir emir olmuş oluyordu.

Allah-u Teâlâ Halil’inin tam bir teveccüh ve teslimiyet içinde olduğunu, onun Allah için her türlü fedakârlığa katlanabilen nümune bir insan olduğunu göstermek için çok ağır bir imtihana tâbi tutuyordu. Şu kadar var ki büyük bir imtihan olduğu için bu emri bir defada ve kesin bir şekilde indirmemiş, arka arkaya rüyada göstermek suretiyle tedrici olarak beyan buyurmuştur.

İbrahim Aleyhisselâm bunun üzerine bu ilâhi emri zorla uygulamaya kalkışmayıp, önce kendisine tebliğ ederek işi istişâreye havale etti. Oğlundan bu hususta düşünmesini ve görüşünü bildirmesini istedi.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Çocuk kendisiyle beraber yürüyüp gezecek çağa erişince ‘Ey oğulcuğum! Rüyada ben seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün, ne dersin?’ dedi.” (Sâffât: 102)

İsmail Aleyhisselâm babasının bu teklifine hiç tereddüt etmeden teslimiyet içinde cevap verdi:

“Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap! İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.” (Sâffât: 102)

Oğlunun bu derece metin olduğunu ve en kıymetli sermayesi olan canını bile Allah için seve seve verebilecek bir durumda olduğunu gören İbrahim Aleyhisselâm son derece memnun olmuştu.

“Her ikisi de Allah’ın emrine ram oldular.” (Sâffât: 103)

Âyet-i kerime’sinde belirtildiği üzere, sıra emrin icrasına gelmişti.

Beraberce Minâ denilen mevkiye vardılar.

Ciğerparesini bağrına bastı, öptü öptü, yüzükoyun yatırarak Allah-u Teâlâ’nın emrini yerine getirmeye hazırlandı. Bu şekilde yatırmasının sebebi, oğlunun yüz ifadesini görüp şefkatinin ağır basması dolayısıyla Allah-u Teâlâ’nın emrini yerine getirememe korkusuydu.

Nihayet vedalaştı ve bıçağı boğazına çalmaya başladı. Bir kaç kere çaldı ise de bıçak kesmedi. Tekrar tekrar çaldı, fakat yine kesmedi. Her defasında bıçağın ağzı geri dönüyordu.

Nefeslerin kesildiği bir anda emr-i ilâhi geldi.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Babası oğlunu alnı üzerine yatırınca biz ona ‘Yâ İbrahim!’ diye seslendik. Rüyâna sadâkat gösterdin, işte biz iyileri böyle mükâfatlandırırız.” (Sâffât: 103-104-105)

Baba ve oğul tarafından kulluğun en mükemmel numunesi ortaya konulmuş oluyordu.

İbrahim Aleyhisselâm bu ilâhi emre samimiyetle imtisal ettiği için bizzat nidâ-i ilâhiye nail olmuş bulunuyordu.

İnsan havsalasının alamayacağı, kelimelerle ifade etmeye gücü yetmeyeceği bu hadise hakkında Âyet-i kerime’de:

“Bu gerçekten apaçık bir imtihandı.” buyuruluyor. (Sâffât: 106)

Öyle bir imtihan ve ibtilâ ki büyüklüğü apaçık meydandadır.

Çocuğu boğazlamak üzere yere yatırmakla maksat hâsıl olmuştu. Allah-u Teâlâ’dan başka hiçbir şeyin ona daha sevgili olmadığı ortaya çıkmış, sadâkatini en güzel şekliyle ispat etmişti.

İbrahim Aleyhisselâm bu ilâhi nidâyı işitince etrafına baktı. Bir de ne görsün! Gözleri sürmeli, boynuzlu bir koçla Cebrâil Aleyhisselâm semâdan doğru geliyor.

Allah-u Teâlâ İsmail Aleyhisselâm’a bedel olarak Cebrâil Aleyhisselâm’ın refakatinde kadri yüce bir kurbanlık göndermiş, İbrahim Halilullah’ın o emsâli düşünülemeyen kurban niyetini bu koç ile yerine getirmesini istemiştir.

Âyet-i kerime’de:

“Biz oğluna bedel olarak ona büyük bir kurbanlık verdik.” buyuruluyor. (Sâffât: 107)

İbrahim Aleyhisselâm koçu kurban ederek Allah-u Teâlâ’ya hamd ve senâsını, şükranlarını arzetmiştir.

O koç sebebiyle hayata dönen İsmail Aleyhisselâm’ın neslinden son peygamber Muhammed Aleyhisselâm geleceğinden, koçun şânına tâzim için “Büyük bir kurbanlık” olarak vasıflandırılmıştır.

Allah-u Teâlâ o zamanda İbrahim Aleyhisselâm’a yaptığı in’am ve ihsanla kalmamış, kıyamete kadar nesiller ve çağlar boyunca hatırasının anılacağını Âyet-i kerime’sinde haber vermiştir:

“Sonra gelenler arasında ona iyi bir ün bıraktık.” (Sâffât: 108)

Kurban bayramında kurban kesmek; itaatın güzelliğini, Allah-u Teâlâ’nın emrine teslim olmanın ulviyetini gösteren bu hadisenin anılması olarak İslâmî vecibeler arasına katılmıştır.

Müminlerin, hayvanlarını Allah için kurban etmeleri bu teslimiyet hadisesini kıyamete kadar canlı tutmaktadır.

Teslimiyet imtihanını lâyıkıyla veren İbrahim Aleyhisselâm:

“Bizden selâm olsun İbrahim’e!” (Sâffât: 109)

İltifât-ı ilâhi’sine mazhar olmuştur.

Böylesi bir imtihanı başarı ile verdikleri için, her ikisi hakkında da:

“İşte biz muhsinleri böyle mükâfatlandırırız.” buyurulmuştur. (Sâffât: 110)

İbrahim Aleyhisselâm çok büyük olduğu için çok büyük imtihanlara çekildi. Bütün imtihanları başarı ile kazandı ve Allah-u Teâlâ’nın çok büyük ihsanlarına nâil oldu.

Bizim de Hazret-i Allah’a ve Resul’üne nasıl teslim olmamızın bir ifadesidir.
alıntı
erkam
erkam
Admin

Mesaj Sayısı : 263

https://hicret.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz