HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.

Join the forum, it's quick and easy

HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.
HİCRET
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

İslâm Tarihinde Hicretin Yeri

Aşağa gitmek

İslâm Tarihinde Hicretin Yeri Empty İslâm Tarihinde Hicretin Yeri

Mesaj  erkam Perş. Şub. 10, 2011 6:52 am

İslâmî literatürde yer aldığı şekliyle
hicretin gayesi, Müslümanlar için huzur ve güven ortamını tesis etmek,
davete uygun yeni bir merkez oluşturmak, İslâm toplumunu özgür ortamda
kendi başına karar verebileceği bir sosyal dokuya, bir millet yapısına
kavuşturmaktır. Dolayısıyla Medine'ye hicretin Müslümanlar için bir
kaçış, bir sığınma düşüncesinden kaynaklandığı söylenemez. Elbette
hicrette Müslümanların Mekke'de karşılaştıkları dayanılmaz işkence ve
tazyikten kurtulma ve güvenli bir ortama intikal etme arzuları da söz
konusudur. Ama indirgemeci bir yaklaşımla hepsini sadece buna irca
etmek, hicreti bütünüyle anlamamak demektir. Çünkü hicret, Müslümanlar
için son gaye değil, esas hedeflere ulaşmak için bir plânlama dönemi
sayılır. Bu mânâda hicret, okun hedefini bulmak için yola çıkmadan önce
yayın gerilme ânını temsil eder.

Yaşadığı muhitte inancı adına tahammülü zor sıkıntılar yaşayan
insanların söz konusu sıkıntıdan kurtulma ve huzura erme düşüncesini
taşıması ve huzurlu günlerin hayalini kurması tabiîdir. Bununla beraber
Hz. Peygamber'i ve Sahâbe'yi hicret için harekete geçiren unsur, tek
başına sıkıntılardan kaçış değil, İslâm'ın oradaki parlak geleceği idi.
Bu bağlamda "Sıkıntılara göğüs germe, fedakârlık, İslâm uğruna
canını-malını ortaya koyma, samimi kardeşlik, Allah'ın rızasını düşünme,
ahde riayet, dostluk, Allah'a teslimiyet, sabır, ümitsizliğe
kapılmamak…" gibi faziletler hicret çevresinde Muhâcirlerin başlıca
vasıfları olarak öne çıkmaktadır.

Bir başka açıdan İslâm tarihindeki yeri itibariyle hicret, bir yerden
başka bir yere mücerret göçten ibaret değildir. Hicretin, İslâm'ın
gelişme, yayılma, tebliğ, stratejisi çerçevesinde önemli bir yeri
vardır. Şâyet hicret, kuru bir göçten ibaret olsaydı, Mekke ve
çevresindeki müşriklerin, Müslümanları rahat bırakmaları gerekirdi.
Hâlbuki gerek Habeşistan, gerekse Medine Muhâcirleri hicretten sonra da
müşriklerce sürekli rahatsız edilmişlerdir. Çünkü onlar, Müslümanların,
hicret diyarında güçlenerek Mekke'yi geri alacaklarının farkındaydılar.
Nitekim Hz. Peygamber'in (aleyhisselâm) Muhâcirlere kazandırdığı
ideallerin başında Mekke'nin fethi, Kâbe'nin putlardan arındırılarak
tevhitle, tekbirle asıl hüviyetine büründürülmesi geliyordu. Bu gerçek,
Hz. Peygamber ve Muhâcirler itibariyle -ki, daha sonra yanlarına Ensâr
da katılacaktır- ciddi bir plânın mevcudiyetini ve hicretin rastgele
olmadığını göstermektedir.1

Hicretin, uzun bir hazırlık safhasından geçmesi de bunu teyit
etmektedir. Esasen Hz. Peygamber, Medine'ye hicret emrini âni bir
kararla vermiş değildir. 11–13/620–622 yıllarında peş peşe
gerçekleştirilen Akabe Biatlarında Medineliler İslâm'a
ısındırılmışlardı. Söz konusu biatlara katılanlar, "Allah'ın birliğine,
Hz. Peygamber'in Allah'ın elçisi olduğuna iman ediyorlardı. Zinadan,
hırsızlıktan, açlık korkusu ile çocukları öldürmekten, yalandan,
iftiradan uzak duracaklarına söz veriyorlardı. Namaz kılıp, zekât
vereceklerini kabul ediyorlardı. Hz. Peygamber'e itaat edeceklerine ve
her tehlikeyi göze alarak O'nu koruyacaklarına Allah adına ant
içiyorlardı."2

Birinci Akabe Biatı ile İkinci Akabe Biatı arasında Mus'ab b. Umeyr
(r.a.), Hz. Peygamber'in görevlendirmesiyle Medine'de tebliğ
faaliyetlerinde bulundu.

Nihayet İkinci Akabe Biatı sonunda Medineli Müslümanlar, Mekkeli mazlum
kardeşlerini yurtlarına davet ettiler. Bu süreçte Resûl-i Ekrem (s.a.s.)
on iki nakîb görevlendirerek her birini aile yakınlarından sorumlu
tuttu ve teşkilâtlanmayı başlattı.3 Binaenaleyh hicret, rastgele değil,
plânlı bir hareketti.

Akabe Biatları Müslümanlara yeni bir yurt ve yuvanın habercisiydi. Bu
münasebetle İslâm tarihinde, dinî, kültürel, ekonomik, siyasî gelişmenin
ve teşkilâtlanmanın dönüm noktası olan hicret, bu mânâda Akabe
Biatlarının bir meyvesi sayılır.

Hicretin hazırlayıcılarından biri de Mi'râc'tır. Mi'râc, kuvvetli görüşe
göre 621 yılı Receb ayının 26'sını 27'sine bağlayan gece vukû
bulmuştur. Mi'râc'ta Nebiyy-i Muhterem (s.a.s.) hususi bir surette İlâhî
Huzur'a davet edilerek vahye doğrudan mazhar kılınmış, kendisine nice
sır ve hikmetler gösterilmiştir.
Konumuz açısından İsrâ sûresinde Hz. Peygamber'e Miraç Gecesi indirilen
hükümler önemlidir: "Allah'tan başkasına kulluk etmemek, Ana-babaya iyi
davranmak, hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını vermek, cimri ve
israfçı olmamak, evlâtları yoksulluk korkusu ile öldürmemek, fuhuş ve
zinadan uzak durmak, cana kıymamak, yetimin malına doğru olmayan bir
surette yaklaşmamak, ahdi yerine getirmek, ölçü ve tartıda doğruluğa
dikkat etmek, hakkında bilgi sahibi olmadığımız şeyin ardına düşmemek,
büyüklük taslamamak."4

Bu hükümlerden bazısı ferdî görünse de çoğu içtimâî hayatta insan
münasebetlerini tanzimi hedeflemektedir. Peki, toplum nerededir? O
toplumun bir nüvesi Mekke'de teşekkül etmekle beraber şartların
elverişsizliği sebebiyle müstakil harekete imkân bulamamaktadır. Bu
hükümlerin detaylarıyla hür ortamda uygulanacağı toplum ise hicretle
beraber Medine'de oluşacaktır. Dolayısıyla esasında Mi'râc'ın, hicretin
müjdecisi olduğu söylenebilir.

Hicret ciddi bir fedakârlığın ürünüdür. Muhâcirler, yanlarına
taşıyabilecekleri çok az menkul eşyayı alabiliyor, evlerini, hayvan
sürülerini ve eşyalarının çoğunu terk etmek durumunda kalıyorlardı.
Oraya ne zaman dönüleceği de meçhuldü, dönülse bile ev ve eşyalarının
akıbetinin ne olacağı da bilinemezdi. Dolayısıyla bu seyahatte
Muhâcirlerin malî kayıpları çok fazla idi. Bunlar arasında Suheyb b.
Sinan gibi alacaklarını tahsil edemeyenler ve bütün malına el konularak
sadece bir canıyla hicret etmek durumunda kalanlar da vardı. Vakıa
durumdan haberdar olan Allah Resûlü, "Suheyb kazandı! Asıl kazançlı olan
Suheyb'tir!" buyuracaktır,5 ama Suheyb'in o günkü şartlarda sadece
canından başka her şeyini terk edebilmesinin çok önemli bir fedakârlık
olduğunun altını çizmek gerekir. Demek ki onlar "ne can, ne cihan, hepsi
de boş / gayededir varsa hayat!" diyerek İslâm'ın yayılıp yükselmesine
odaklanmışlardı. Bunun için her fedakârlığı göze almış durumdaydılar.
Söz konusu fedakârlıkta bizzat Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir, birinci
sırada yer almışlardır. Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir'in çok sevdikleri
vatanları Mekke'yi terke mecbur kalışları, Sevr Mağarası'nda
yaşadıkları sıkıntılar, yolculuk boyunca takip edilmeleri, zaman zaman
erzak ve su sıkıntısı çekmeleri, Süraka'nın ve Büreyde b. Husayb'ın
yakalama girişimlerine maruz kalmaları unutulmamalıdır. Bu münasebetle
Resûl-i Ekrem (s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir'in hicret bağlamında kıyamete
kadar gelecek Müslümanlara bıraktıkları, azim, sabır, sebat, cesaret,
atılganlık, tedbirlilik, planlılık ve fedakârlık örnekleri çok derindir
ve önemlidir.

Medine'ye hicret, İslâm tarihinin en büyük meserret günlerinden birini
oluşturur. Bütün Medineliler bu meserret gününün tanıklarıdır.

Nitekim bir Medineli olan Enes b. Mâlik Hazretleri, "Hz. Peygamber'in
Medine'ye girdiği günden daha parlak bir gün görmedim" derken, Bera b.
Âzib Hazretleri ise "…Ben Medine halkının Resûlullah'ın teşrifine
sevindiği gibi hiçbir şeye sevindiğini görmedim"6 diyor. Medinelilerin
anonim neşîdeleri ise herkesçe mâlumdur: "Ayın on dördü, üzerimize Veda
Dağı'nın tepelerinden doğdu. Ne mutlu! Artık Allah'a dua ve niyaz eden
bulundukça bize şükretmek vacip oldu. Ey bize gönderilen aziz Peygamber!
Sen bize, itaat edilmesi vacip bir emirle geldin!" (Buharî,
Menâkıbü'l-Ensâr 44)

Hicret, bir yandan Mekkeli Müslümanlar için baskıdan kurtulmayı,
bağımsızlığı ve genel olarak müşriklere karşı güvenli bir hayatı temin
etmiş, bir yandan da Hz. Peygamber'e (s.a.s.) son derece geniş bir
tebliğ zemini hazırlamıştır.

Hicret, Müslümanlara siyasî, kültürel ve ekonomik mânâda tam bağımsızlık
kazandırmıştır. Kadîm zamandan beri aralarında şiddetli husumet olan
Evs ve Hazrec kabileleri hicretle birlikte çatışmayı terk ederek, ülfete
ve muhabbetle kucaklaşmaya yöneldi. Ayrıca Muhâcirlerle de bütünleşerek
şehir hem güç kazandı hem de önemli bir üstünlük elde etti. Böylece
öteden beri şehrin ekonomik ve kültürel üstünlüğünü elinde tutan
Yahudiler karşısında kuvvetli konuma gelebilmişlerdi.

Orijinal medeniyetlerin oluşumu ve gelişiminde hicret ve muhaceretin
önemli bir yeri olduğunda hiç kuşku yoktur. Muhâcirler genellikle doğup
büyüdüğü yerlerde irsen veya iktisâben elde ettiği kazanımlarını hicret
yurdunda değerlendirmek suretiyle medeniyette yeni oluşumların müjdecisi
olmuşlardır. Dolayısıyla Muhâcirler, Medine'de doğacak İslâm
medeniyetinin 13 yıl boyunda Mekke şartlarında tecrübe kazanmış,
inançlı, ibadetli, ahlâklı, samimi, azimli, sabırlı, becerikli insan
unsurunu oluşturacaktır. Bu mânâda Medine'ye hicret, İslâm düşüncesinin
kanatlanması ve ötelere müjde esintilerinin ulaştırılması adına bir
fırsat olmuştur. Bu münasebetle hicret, İslâm toplumunun oluşumunda,
İslâm Medeniyeti'nin temellerinin atılışında önemli bir kilometre
taşıdır. Kurumlaşmanın ilk nüvelerinin, toplum katmanlarını ortak
hedeflerde bir araya getirmeyi gaye edinen sosyal muhtevalı
faaliyetlerin her devirde gelecek Müslümanlara örnek olacak tarzda ilk
şekillenişinin hicretin akabinde gerçekleştiği görülür.

Hz. Peygamber, Kuba'da kaldığı kısa sürede ilk hür kalışın hayırlı bir
ürünü olarak İslâm tarihinde cemaate açık ilk mescid diye bilinen Kuba
Mescidi'ni inşa etti. Kendisi de bu inşaatta ashâbı ile beraber bir işçi
gibi çalıştı.7

Allah Resûlü (s.a.s.) bir Cuma günü Kuba'dan Medine'ye giderken Salim b.
Avf Oğulları'nın yurdunda hâlen Cuma Mescidi diye anılan yerde ilk Cuma
hutbesini okudu, ilk Cuma'yı kıldırdı.8 Hür olmanın, Cuma'nın sıhhat
şartlarından olduğu dikkate alınırsa bu da yine hicretin akabinde hür
ortamda gerçekleşen ilkler arasında olup, hicretle başlayan yeni
dönemdeki kurumlaşma açısından önem taşımaktadır.
İslâm düşüncesinde başarının ana dokusunu birlik, beraberlik ve
dayanışma teşkil eder. Nitekim Efendimiz'in, Kuba'dan Medine'ye ilk
ulaştığı günden itibaren birliği, beraberliği, dayanışmayı artırıcı ve
buna katkı olarak Muhâcirlerin şehre intibakını sağlayıcı işler
yaptığını görüyoruz. Hicretten hemen sonra Medine'de Peygamberimiz'in
buyurduğu; "Ey insanlar! Selâmı yayınız! Rast geldiğinize açıkça selâm
veriniz, muhtaçlara yemek yediriniz, akrabanıza yardım ediniz ve onları
ziyaret ediniz…"9 hadîsi bu açıdan önem taşımaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) Kuba'da yaptığı ilk caminin ardından hicretin ilk
yılında (622–623) Medine'de Mescid-i Nebî'yi bina etmiştir.10 Bu, aynı
zamanda bir İslâm şehrinde merkezî bir yerde yapılan Ulu Cami örneğinin
de ilki sayılır.

Mescidin doğu duvarına bitişik olarak Efendimiz'e ait odalar yapıldı, bu
odalar İslâm tarihine "Hücre-i Saâdet" olarak geçti. Ayrıca Mescid'e
Suffe denilen genişçe bir oda eklendi. Burası, bekâr ve kimsesiz
Muhâcirlerin geceleri yatakhane, gündüzleri ise ders çalışma ve dinlenme
yeri olarak kullandıkları bir alan idi.11 Suffe Okulu diye bilinen bu
yerin İslâm tarihinde ilk yatılı okul olduğu söylenir. Böylece hicret,
bilginin aktarılması, yeterli bilgi ve beceri donanımına sahip
öğretmenlerin yetiştirilmesi maksadıyla ilmî faaliyetlerin de ciddî
mânâda milâdı olmuştur. Hz. Fâtıma'nın o günlerde bir hizmetçi talebine
karşılık Efendimiz'in, "Kızım sen ne diyorsun? Ben henüz Suffe Okulu
talebelerinin iâşe ve ibâtesini yeterince sağlayamamışken nasıl olur da
sana bir hizmetçi tahsis edebilirim?" cevabı, onun, bu ilim yuvasına ne
derece önem verdiğini göstermektedir.12

İslâm Medeniyeti'nin bir yardımlaşma (vakıf) medeniyeti olduğu
unutulmamalıdır. Tetkik edildiği zaman görülür ki, İslâm düşüncesine ana
rengini veren bu gibi unsurlar, ya hicretle beraber ilk defa uygulamaya
konulmuş veya var olan fakat şartların elverişsizliği sebebiyle öne
çıkarılamayan hususlara ivme kazandırılmıştır.

Bu mânâda yardımlaşma ve dayanışmayı öne çıkaran önemli gelişmelerden
biri hicreti takip eden yıl içinde Muhâcirlerin Medine'ye intibaklarını
ve Ensâr'la ülfetlerini sağlayıcı muâhât (kardeşlik) tesisidir.13 Buna
göre kardeşler, ortaklaşa çalışacaklar, elde ettikleri geliri
bölüşeceklerdi. Üstelik aralarında miras da geçerli olacaktı. Bu formül
herkese duyuruldu. Bütün halkın rıza gösterdiği anlaşılınca Hz.
Peygamber (s.a.s.) süratle Muhâcirlerden 186 aileyi aynı sayıda Ensâr'ın
yanına yerleştirdi. Ensâr, mal varlığının yarısını kardeşlerine vermek
istese de Muhâcir kardeşleri onların hurmalıklarında çalışarak gelir
elde etmeyi yani alın teri-el emeğiyle geçinmeyi tercih ediyorlardı.
Bazıları da Ensâr kardeşlerinden borç alarak çarşı-pazarda iş
yapıyorlardı. İleride Bahreyn arazisi ve Benî Nadîr'den kalan ganimetler
taksim edilirken Ensâr, hisselerine düşen paydan Muhâcirler lehine
vazgeçtikleri gibi onları bahçe gelirlerine de hissedar etmeye devam
ettiler.14 Böylece diğergâmlığın en ince örnekleri yaşandı. Yardımlaşma
konusunda en çaplı örneklere bu dönemde rastlanır ve bu husus her asırda
gelen ilim adamlarının dikkatini çeker. Öte yandan Muhâcirler de 13 yıl
boyunca edindiği tecrübeleri Ensâr kardeşlerine aktaracaklardı. Böylece
iki zümre arasında arzulanan mefkûre beraberliği sağlanmış olacaktı.
Enfâl sûresinin 75. âyetiyle kardeş yapılanlar arasında önceden geçerli
olan miras hükmü kaldırılmış; veraset kan akrabalığına ait kılınmıştır.
Bununla beraber Ensâr-Muhâcir kardeşliğinin çok samimi ve özden kopup
gelen örnekleri İslâm tarihi kaynaklarının sayfalarında birer şeref
tablosu olarak durmakta, bizlere de mânen gıda olmaktadır.

Fedakârlık, dayanışma ve yardımseverliğin en ince örnekleriyle İslâm
tarihinde bir güzellikler albümü olarak yerini almış olan söz konusu
kardeşlik, hiç kuşkusuz hicretin eseri sayılır.

Müslümanlara namaz vaktinin girdiğini bildiren ve namaza daveti ifade
eden ezan da hicretten sonraki ilk yılda meşru kılınmıştır.15 Ezanın,
İslâm'ın en mühim şiarlarından biri olduğu düşünülürse, bu hayırlı
gelişme de hicretin önemini artırmaktadır.

Hicretin akabinde şehirde gerçekleştirilen önemli hususlardan biri de
Müslümanların ekonomik hayatta varlık göstermeleri ve Peygamberimiz'in
yönlendirmesiyle bu alanda organize olmalarıdır. Çok sayıda Yahudi
unsurunun olduğu ve şehirde İslâmlaşmanın da henüz bütünüyle
tamamlanmadığı bir ortamda ticarî alanda varlık göstermenin, önemli bir
gelişme olduğu aşikârdır. Bu durum, sadece Muhâcirler ve Ensâr
arasındaki münasebetlere yeni bir boyut kazandırmakla ve Müslümanları
plânlı üretime, üretkenliğe yöneltmekle kalmıyor, aynı zamanda İslâm
toplumunun sosyo-kültürel ve siyasî hayatının şekillenmesinde önemli bir
tesir icra ediyordu. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) zaman zaman çarşı-pazara
çıkarak Müslüman satıcıları denetlemesi bu yeni oluşuma ne kadar önem
atfettiğini göstermektedir.16
Hicretin ilk yılında gerçekleştirilen önemli gelişmelerden biri de
Peygamberimiz'in siyasî başkanlığında şehrin gayrimüslim unsurlarını da
içine alan ve müşterek bir vatan çevresinde şehir sakinlerinin hak,
görev ve mesuliyetlerini belirleyen bir kanunun ortaya konulmuş
olmasıdır. Ana kaynaklarda "Kitab" "Sahîfe" tabiriyle yerini alan bu
kanun "yazılı kanun ve vesîka" mânâsında "Medine Vesîkası" unvanıyla
tanınmıştır.17 Böylece Peygamberimiz evvelce sahip olduğu dinî iktidar
(Allah'ın elçisi olması) yanında dünyevî iktidarı (Medine şehir
devletinin başkanlığını) da kendi şahsında toplamış oluyordu. Hiç
şüphesiz bu durum, hicretle oluşan yeni şartların gerektirdiği bir
icraat olup, Medine döneminde Müslümanların siyasî-idarî
teşkilâtlanmalarında oldukça önemli bir gelişme sayılır. Böylece
Mekke'de dinî boyutlu olan İslâmî tebliğ, Medine'ye hicreti müteakip
aynı zamanda siyasî boyut da kazanmıştır.

Şehirde peş peşe ortaya çıkan ve Müslümanları sevindiren bu olumlu
gelişmeler yanında dışta müşriklerin baskısı, içte münafıkların nifakı
söz konusu idi. Zamanla Medine çevresinde ve Yarımada'nın muhtelif
bölgelerinde yerleşmiş olan Yahudilerin, hatta ileri dönemlerde bazı
Hıristiyan unsurların da İslâm aleyhtarı oluşumlara destek vermesi
tahmin edilebilirdi. Dolayısıyla Hz. Peygamber, Müslümanların mevcudunu
öğrenmek istedi ve İslâm tarihinin ilk nüfus sayımı hicreti takip eden
ilk yılda gerçekleşti. Sayımın yapıldığı günlerde Müslümanların
sayısının 1500 olduğu görüldü.
İslâm şiarları arasında en mühim mevkie sahip olan kıblenin belirlenerek
namazların Kâbe'ye müteveccihen kılınmaya başlanması ile Müslümanların
can, mal, din ve vatanlarını savunmalarına imkân veren "cihada izin"
gibi çok önemli gelişmeler de ikinci yılda vukû bulmakla beraber hicreti
müteakip ortaya çıkan ilkler arasında sayılır.

Hicret, Müslümanların tarihe bakışına da tesir etmiştir. Bu münasebetle
öneminden dolayı hicret, Hz. Ömer zamanında 17/638 yılında takvim başı
olarak kabul edilmiştir.18

Sonuç olarak İslâm tarihinde hicret, fedakârlığın, azmin, sabrın, Allah
rızası için uzak mekanlara müjdeler götürmenin, ciddiyetin, gayretin,
çalışkanlığın, üretkenliğin, yardımseverliğin, ihsanın, îsârın, siyasî
ve idarî alanda müesseseleşmenin, mabet ve mektep oluşumunun, birlik ve
dayanışmanın, üstün vazife şuurunun, derin sorumluluk anlayışının hem
eseri hem de kaynağıdır.

İslâmî telâkkiye göre hicret, dinî ve ahlâkî alanda bütün inanış,
bağlanış, sadakat ve samimiyet örneklerinin mayalandığı çok verimli bir
zemindir. Bütün İslâmî güzelliklerin, hicret bahçesinde çiçek açıp en
güzel meyvelerini verdiğinden hiç şüphe yoktur. Öte yandan hicret,
sosyo-ekonomik alanda ve eğitim-öğretim sahasında müesseseleşmenin
kaynağı olarak bilinir. Bu açıdan hicret, İslâm tarihine "içtimâî
oluşumun temellerini atabilme, kendi başına karar verebilme, İslâm
toplumunun güçlenmesi ve İslâm'ın yayılması adına taktik ve stratejiler
geliştirebilme gibi hususların olmazsa olmaz şartı olan özgür ortamın
sağlanması ve istiklâle ulaşılması noktasında" önemli bir kavşaktır.
Dolayısıyla İslâm'ın toplum değerlerinin insanlık ufkunda kanatlanması
adına önemli bir dönüm noktasıdır.
.

Dipnotlar
1. Bu konudaki değerlendirme ve yorumlar için bk. İbrahim Sarıçam, Hz.
Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2003, s. 117-127; Hüseyin Algül,
İslâm Tarihi, İstanbul 1986, 1/275-310; Ahmet Önkal, "Hicret", DİA,
17/458-462; Âdem Apak, İslâm Tarihi, İstanbul 2006, s. 176-185.
2. İbn Hişam, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Mısır 1936, 2/73-75, 86-94; İbn
Sa'd, Tabakât, Dâru Sâdır, Beyrut ts., 1/219-223; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
Beyrut 1965, 2/95-101.
3. İbn Hişam, es-Sîre, 2/85-89; İbn Sa'd, Tabakât, 1/222-223.
4. Bkz. İsrâ sûresi, 17/22-29.
5. İbn Hişam, es-Sîre, 2/121.
6. İbn Sa'd, Tabakât, 1/234; Buharî, Menâkıbü'l-Ensâr 45.
7. Detaylar için bkz. Buharî, Menâkıbü'l-Ensâr 44; İbn Hişam, es-Sîre,
2/139; İbn Sa'd, Tabakât, 1/235; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, 2/107.
8. İbn Hişam, es-Sîre, 2/146; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, 2/107.
9. İbn Sa'd, Tabakât, 1/235.
10 Buharî, Menâkıbü'l-Ensâr 44; İbn Hişam, es-Sîre, 2/141-143; İbn
Sa'd, Tabakât, 1/239-241; Halebî, İnsânü'l-Uyûn, Beyrut ts., 2/66;
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, 2/109-110.
11. İbn Sa'd, Tabakât, 1/255-256; Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i
Sarîh Tercemesi ve Şerhi, 7/46-47; Kettânî, et-Terâtîbü'l-İdâriyye,
1/474-478; Suffe Okulu'nun teşekkülü, iâşe ibâtelerinin sağlanması,
eğitim-öğretim ve mezunlarının faaliyetleri ile ilgili bkz. Hüseyin
Algül, İslâm Tarihi, 2/191-194; Âkif Köten, "Asr-ı Saâdette Suffe
Ashâbı", Bütün Yönleriyle Asr-ı Saâdette İslâm, (ed. Vecdi Akyüz), Beyan
Yayınları, İstanbul 2006, 3/261-285.
12. Buhârî, Farzu'l-Humus 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/106. Detay ve
yorum için bk. Âkif Köten, a.g.e., 3/261-288; Abdurrahman Azzam, Rasûl-i
Ekrem'in Örnek Ahlâkı, (çev. Hayrettin Karaman), 5. baskı, İstanbul
1978, s. 46.
13. İbn Hişam, es-Sîre, 2/150-153; İbn Sa'd, Tabakât, 1/238-239; Buhârî,
Menâkıbü'l-Ensâr 2; Müslim, Fedâil 203, 204, 205, 206; Kardeşliğin
verimli sonuçlarının Medine-İslâm toplumuna yansıması konusunda örnekler
ve yorumu için bk. Hüseyin Algül, İslâm tarihi, 1/330-335.
14. Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, 10/15;
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul ts., 7/4843.
15. İbn Hişam, es-Sîre, 2/154-156; İbn Sa'd, Tabakât, 1/246-248; Halebî,
İnsânü'l-Uyûn, Beyrut ts., 2/93-94; Süheylî, Ravdu'l-Unuf, 4/300-400;
Buhârî, Kitâbü'l-Ezan 1; Tirmizî, Bedü'l-Ezan 139; İbn Mâce,
Kitâbü'l-Ezan 1.
16. Bu konuya ışık tutan hadîs-i şerîfler için bkz. Buhârî, Büyû' 18,
19, 72; Îman 24; Zekât 18; Müslim, Îman 102; Büyû' 7, 9, 11, 51.
17. İbn Hişam, es-Sîre, 2/147; Hamîdullah, el-Vesâiku's-Siyâsiyye,
Beyrut 1985, s. 57-62; Aynı Müellif, İslâm Peygamberi, (çev. Salih Tuğ),
İstanbul 1990, 1/202-210; Maruf Devâlibî, İslâm'da Devlet ve İktidar,
(çev. Mehmed S. Hatiboğlu), İstanbul 1985, s. 46-49; Abidin Sönmez,
Resûlullâh'ın Diplomatik Münasebetleri, İstanbul 1984, s. 90-95; Hüseyin
Algül, "Asr-ı Saadet'te İdarî Hayat", Bütün Yönleriyle Asr-ı Saâdette
İslâm, (ed. Vecdi Akyüz), 1/377-391.
18. Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr 47.
erkam
erkam
Admin

Mesaj Sayısı : 263

https://hicret.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz