HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.

Join the forum, it's quick and easy

HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.
HİCRET
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

CİHADIN ÇEŞİTLERİ /DİL İLE YAPILAN CİHAD

Aşağa gitmek

 	 CİHADIN ÇEŞİTLERİ /DİL İLE YAPILAN CİHAD Empty CİHADIN ÇEŞİTLERİ /DİL İLE YAPILAN CİHAD

Mesaj  rima Salı Tem. 20, 2010 10:43 am

A) Dil ile yapılan cihad içerisinde ele alınacak olan ilk unsur, İslâm’ı insanlara tebliğ etmek, duyurmak, bildirmek ve anlatmaktır.
Hıristiyanlara, Yahudilere, kâfirlere, münafıklara ve fâsıklara karşı tüm delilleri, iman hakikatlerini, yaratılış hikmetlerini ortaya koymaktır.
Rasûlullah (s.a.v.): “Benden, isterse bir tek âyet olsun, tebliğ edin.” buyuruyor. Rabbimiz (c.c.) de şöyle buyuruyor: “Ve bununla (yani Kur’an ile) onlara karşı büyük cihad et.”
Yukarıda müşriklere karşı dil ile yapılacak cihad konusunda iki nass ile duruma işaret etmiştik. Ayrıca yoldan sapan, sözleriyle işleri birbirlerine uymayan kimselere karşı yapılacak cihada değinmiştik. Yine yaptıklarıyla Allah (c.c.)’ın emirlerine karşı gelenlere karşı mücahedenin nasıl olacağını belirtmiştik. Tebliğ çalışması ve hüccet (delil) ortaya koymak İslâm’ın en büyük noktalarındandır. Çünkü bilindiği gibi İslâm’ın en büyük noktası ya da tepesi cihaddır. Bu ise en büyük cihaddır. Kişinin cihaddan maksadının ne olduğu, dil ile anlatılmadan önce, hemen el ile olaya girişmez. Demek öncelikle tebliğ gerekmektedir. Bunu ancak tüm korkularından arınmış, halis ve samimi kişi yürütebilir. Yani nefsine, malına ve makamına karşı yapılacak şeylerden hiçbir korkusu olmayan kimse yürütebilir.
Toplumun, genel olarak halkın ve devletin etkisinden kurtulabilenler bu cihadı yüklenebilirler. Sonra bu, peygamberlerin en çok önem verdikleri ve aynı zamanda temel olan görevleridir. Nitekim Rabbimiz (c.c.) buyuruyor:
“Allah (c.c.)’ın risaletlerini (elçilik) tebliğ edenler, O’ndan korkup ve Allah’dan başka kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak da Allah (c.c.) yeter.”
“Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et bildir. Şayet (bunu) yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun.”
Müslümanların her birisi bu görevi kendi imkân ve yeteneklerini kullanarak yapmakla kişisel planda yükümlüdürler. Kâinatta Allah (c.c.)’ın davetini genelleştirmek için ve her insanın bunu bilip öğrenmesi için, bunu yerine getirmeleri gerekir. Gerek İslâm topraklarında olsun, gerek Müslüman olmayan topraklarda olsun, onlara hüccetleri gösterebilsinler.
Allah (c.c.) buyuruyor: “Hani kendilerine kitap verilenlerden: ‘Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz’ diye kesin söz almıştı. Fakat onlar bunu arkalarına attılar ve ona karşılık az bir değeri satın aldılar. O aldıkları şey ne kötüdür.”
İşte bu mesaj en iyi bir şekilde yerine getirmemiz ve ulaştırmamız gereken bir mesajdır. Bunun da en iyi bir tarzda olabilmesi için açık olması ve hüccetlerinin ortada olması gerekir. Gerçekten Allah (c.c.) bize beliğ bir şekilde açık seçik ve net olarak bunu bildirmiştir. “Şu halde peygambere düşen apaçık bir tebliğden başkası mı?”
Rabbimiz (c.c.) buyuruyor: “Şayet yüz çevirirseniz, biliniz ki, elçimize düşen (görev), ancak apaçık bir tebliğdir.”
“Ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle!”
Açık, net ve beliğ olan mesajın hücceti de açık olur, belgeye dayanır, ikna edici olur ve susturucu olur. Bu da ancak din ve iyi bir İslâmî bilgi ve kültür sayesinde sağlanır. Çünkü Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
''(Görevimiz) olarak üzerimizde apaçık bir tebliğden başkası yoktur.”
Bizim İslâm’ımızda, gerçekten düşünebilenler ve aklı erenler için tümüyle ikna edicilik ve açıklayıcılık söz konusudur. Başkası değil. Hiç kuşkusuz bu derin İslâm kültürünün yanında tebliği yapacak kişi hikmet ve iyi bir ahlâka da sahip olmalıdır.
“Kitap ehliyle en güzel olan tarzın dışında mücadele etmeyin!”
“Rabbinin yoluna hikmet ile ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!”
Hiç kuşkusuz ki tebliğ görevini yürüten kimseler, insanların büyük bir kısmının her zaman karşılarında olacaklarını bilmelidirler. Allah (c.c.) bizlere bunun geçmiş ümmetlerdeki örneklerini bildirmiştir. Allah Teâlâ’nın Peygamberleri (a.s.) tebliğ görevlerini yürütürlerken, Allah (c.c.) düşmanları tarafından peygamberlerinin karşı karşıya kaldıkları durumlar ve zorluklar nelerdir? Bunu Kur’an gayet açık ve net olarak bildirmektedir. Rabbimiz (c.c.) buyuruyor:
“Firavun dedi ki: Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim de gitsin. Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.”
“Onunla birlikte iman etmekte olanların erkek çocuklarını öldürün, kadınlarını ise sağ bırakın. Ancak kâfirlerin hileli düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir.”
“Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlik yapar insanlarmış.”
“Kavminin önde gelenlerinden kâfir olanlar dediler ki: “Gerçekte biz seni aklî bir yetersizlik içinde görmekteyiz. Ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu da sanmaktayız.”
“Ve delidir dediler. O baskı altına alınıp vazgeçmeye zorlanmıştı.”
“Bu sadece öncekilerin efsaneleridir.”
“Kâfir olanlar peygamberlerine dediler ki, hiç tartışmasız sizi kendi toprağımızdan süreceğiz, ya da dinimize geri döneceksiniz.”
“Ey Şuayb dediler, senin söylediklerinin çoğunu biz kavrayıp da anlamıyoruz. Doğrusu biz seni içimizde zayıf da görüyoruz. Eğer yakın-çevren olmasaydı gerçekten biz seni taşa tutarak öldürürdük. Sen bize karşı güçlü ve üstün değilsin.”
İşte bu âyetlerde görüldüğü gibi davetçi için tehditler, korkutmalar, sövmeler, alay ve eğlenmeye alınmalar, çeşitli eziyetler her devirde olmuştur ve olacaktır. İslâm davetçisi bunları bilerek kendisini hazırlayacak görevini yapacaktır.
Ancak Allah (c.c.)’ın bütün peygamberleri (a.s.) kendilerine yapılan bu tür eziyetlere sabrettiler ve zafere eriştiler. “Ve elbette bize yapmakta olduğunuz işkencelere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler de Allah (c.c.)’a tevekkül etmelidirler.”
“Musa kavmine: Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, yer Allah (c.c.)’ındır. O’na kullarından dilediğini mirasçı yapar. En güzel sonuç da müttakî olanlar içindir.”
B) Dil ile cihad maddesi içerisinde yer alan diğer bir nokta ise, vaaz, nasihat ve hatırlatma, uyarmadır. Bunun da hedef yeri müminlerdir. Yani bu, ancak müminlere yönelik olarak yapılır. Rabbimiz (c.c.) buyuruyor:
“Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü gerçekten öğütle hatırlatma, müminlere yarar sağlar.”
“O halde benim kesin uyarımdan korkanlara Kur’an ile öğüt ver.”
Bu konuda İmam Gazalî (r.a.) diyor ki: ‘..Vaaz yoluyla sakındırma, öğüt verme, Allah (c.c.) ile korkutma gibi noktalar, ancak emre yönelenler içindir. Yani bir şeyin ‘münker’ olduğunu bilenler, bilerek emre karşı gelirlerse, ya da onun münker olduğunu öğrendikten sonra hala bunda ısrar ederse bunlara karşı vaaz ile öğütle gereken sakındırma yapılır. Örneğin, Müslüman içkiye devam ediyor, zulmetmeye devam ediyor, ya da Müslümanları gıybet ediyor. Veya buna benzer büyük günahları işlemekte ısrar ediyorsa bunlara karşı yapılır. Yine zâlimlerin yanında yer alıyor, onlarla dostluk kuruyor, kâfirlerin, münafıkların ve benzeri fasıkların yanında yer alıyorsa, işte bunlara karşı da gereken vaaz ve nasihat yapılır. Bir de bu gibi kâfir, münafık ve fasıkların amaçları doğrultusunda hareket ediyor, onların isteklerini yerine getiriyor, Allah (c.c.)’a isyan noktasında onlara itaat ediyor.
Bunlar için gereken şey, kendilerine öğüt verilmeli, Allah (c.c.)’ın emir ve yasakları hatırlatılmak suretiyle korkutulmalıdır. Bununla ilgili gelen azap ve ceza haberleri anlatılmalı, geçmişlerin hayat hikâyeleri örnekler halinde sunulmalıdır. Takva sahiplerinin nasıl ibadet ettikleri bir bir anlatılmalıdır.
Fakat bütün bunlar anlatılırken şefkat, yumuşaklık ve nezaket hiçbir vakit elden bırakılmamalıdır. Azarlama, öfkelenme ve kızma gibi tavırlar takınılmadan gereken yapılmalıdır. Bunlar ahlâkî olarak hasta görülüp merhamet nazarıyla kendilerine bakılmalı ve tedavi etmeye çalışılmalıdır. O kimsenin günahlara ve isyanlara kalkışmasını sanki kendisi kalkışmış gibi kabul etmeli ve böyle değerlendirerek meselenin üzerine gidilmelidir.
Çünkü Müslümanlar bir tek nefes gibidirler. Ayrıca bir de pek büyük bir afet vardır. Mutlaka kulun bundan sakınması gerekir. Zira bu tehlikelidir. Bu da âlim kimsenin kendisinin âlim görerek başkalarından üstün tutması, başkalarını da cehaletle aşağılaması (yani techil) doğru değildir, yanlış bir davranıştır. Kişinin kendisini beğenmesi, kibirlenmesi, gurura kapılması hep hatalı davranışlardır. Kötü ahlâkların şerrinden Allah (c.c.)’a sığınırız
C) Dil ile cihad olarak değerlendirilen bir başka nokta da şudur: Güzellikle anlatılamadığı takdirde başvurulacak olan yoldur ki, hakaret etmek, sert ve katı ifadelerle azarlamaktır. Kişi kendisine yapılan vaaz ve nasihat ile alay ediyor ve bunda ısrar ediyorsa, bunlara verilecek cevap ve takınılacak tavır, anlatıldığı gibidir. Hz. İbrahim (a.s)’ın bu gibi kimselere takındığı tavrı örnek olarak gösterebiliriz:
“Yuh size ve Allah’tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?”
Ancak biz, sövecektir derken, bu ifade yanlış anlaşılmamalıdır. Biz onlara karşı küfürlü söz etmeyeceğiz. Buna yaklaşık sövgülerde bulunmayacağız. Yalan söylemeyeceğiz. Öyle sövme-yerme kelimeleri kullanacağız ki, bunlar çirkin ve iğrenç türünden sövmeler olmayacaktır. Örneğin şöyle diyebiliriz: Hey ahmak, behey fasık, behey cahil, behey utanmaz, sen Allah (c.c.)’tan korkmaz mısın? Yine behey aptal ve benzeri sözler söylenebilir. Çünkü her bir fasık ahmaktır ve cahildir. Şayet ahmak olmasaydı, Allah (c.c.)’a isyan etmezdi. Aksine aklını çalıştırmayan her kimse ahmaktır, çünkü Allah (c.c.)’a karşı gelmektedir. Halbuki zeki ve akıllı kimse, Allah (c.c.) Rasûlü’nün kendileri lehinde şehadette bulunduğu kimsedir. Rasûlüllah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Zeki ve akıllı olan kimse, nefsini küçük görüp, ölüm ötesi için çalışan kimsedir. Ahmak ise, nefsini hevasına tabi kılandır ve bir de Allah’tan sonsuz yaşamayı arzulayandır.”
Bu rütbe için iki yol bulunmaktadır:
a- Böyle bir sertliğe ve kötülüğe yönelmemek, zaruret hasıl olmadıkça ve yumuşaklıkla anlatımdan aciz kalınmadıkça bu yola başvurulmamalı.
b- Konuştuğu söz ise mutlaka doğru olmalıdır. İhtiyaç duyulmayan şeyle dilini ona karşı kullanmamalıdır. Ancak söylenmesi gerektiği ölçüde söyleyebilsin. Eğer bu kötüleyici ve zecr anlamı ifade eden sözlerle ona karşı konuşmasının bir yarar getiremeyeceğini biliyorsa, o zaman ona karşı bunları söylemesi gerekmez. Sadece ona karşı şöyle bir tavır takınılır. Öf­keli ve onu küçümser olmak. İşlediği günahları sebebiyle hemen yerinde ve zamanında ge­rekeni söylemek ve kovmak.
Şayet konuştuğu takdirde, dövülecekse, adam sertleşir ve hoşnutsuzlu­ğu da yüzünden belirirse durum farklıdır? Dövmeyecekse, sadece kalp ile karşı konulması olmaz, gereken, söylenir. Aksine ona karşı katı tavır takın­mak ve bunu göstermek gerek.’
Dil ile cihad şu aşamalarda yapılabilir:
1. Tebliğ etmek, açıklamak, delilleri ortaya koymak ve gerçekleri açıklamak.
2. Vaaz, hatırlatma, uyandırma, yumuşaklıkla ve şefkatle dikkati çekilerek Allah (c.c.)’dan korkmasını sağlamak.
3. Şayet adam Müslüman bir kimse ise, azarlarız, tekdir ederiz. Şayet zimmî ve benzeri gibi gayr-i Müslim ise, onu da cidal sınırları içerisine alır ve en güzel olan yol ile kendisiyle mücadele yaparız. Çünkü Rabbimiz şöy­le buyuruyor:
“Kitap ehli olanlarla ancak en güzel olan bir tarzda mücadele edin.”
Görüldüğü gibi üçüncü aşama bir kesin ayırım ve çizgi getiriyor. Dolayısıyla bizim bu tip kimselerle birlikte bulunmamız doğru değildir. Ya­ni bozuk düzen olan Müslümanlarla birlik olmamız doğru olamaz. Bir arada bulunamayız.
İbn Mes’ud (r.a.) diyor ki: ‘Münafıklara karşı ellerinizle cihad edin. Şayet buna kadir olamazsanız, o takdirde, yüzlerine karşı nahoş ve karam­sar bir tavır takınmak gerekiyorsa, onlara karşı çehrenizi buruşturun.’
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “İsrail oğulları günahlara dalınca âlimleri kendilerini sakındırdılar, uyardılar, fakat vazgeçmediler. Buna rağmen âlimler, onlarla birlikte otur­dular, onlarla beraber yediler ve birlikte içtiler. Böylece Allah (c.c.) bazıla­rının kalplerini bazılarınınkine vurdu (onları da onlar gibi yaptı) ve onları Hz. Davud (a.s.)’un diliyle lanetledi...” âyetini okudu. Sonra Rasûlullah yas­landığı yerden doğrulup oturdu ve şöyle buyurdu: “Hayır, nefsim elinde olan Allah (c.c.)’a yemin ederim ki, ta ki onları hakka döndüresiniz.”
‘Dil ile cihad’ konusunda bazı tavsiye ve düşünceleri sunmak istiyoruz.
Birinci Görüş
Biz Müslümanlar, tebliğ görevini yüklendiğimizde, işe temelinden başlama­lıyız. İbadetten önce akideyi yani inanılması gereken itikad esaslarını ele almalıyız. Hayat programından önce de ibadeti aktaracağız. Cüzlerden önce tümü özet olarak anlatacağız. Uzaktan ön­ce yakını öğreteceğiz.
İmam Malik’in dışında altı hadis kitabında bildirildiğine göre, İbn Abbas (r.a.) şu rivayette bulunuyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.) Hz. Muaz (r.a.)’ı Yemen’e vali gönderirken şöyle buyurdular: “Sen kitap ehli olan bir topluma gidiyorsun. On­ları ilk davet edeceğin şey, Allah (c.c.)’a ibadet etmeleridir. Bunu tanıyınca (ka­bul edince) onlara, Allah (c.c.)’ın kendilerine günde ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Şayet bunu da kabul ederlerse (işlerlerse), onlara, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere mallarından üzerlerine zekât farz kılındığını söyle (bildir). Buna da itaat ettiklerinde onlardan al, on­ların en iyi mallarını almaktan sakın. Mazlumun duasından kork. Çünkü onun bedduasıyla (onunla) Allah (c.c.) arasında bir perde (engel) yoktur.”
İbn Mes’ud (r.a.) diyor ki: ‘Bir kavme herhangi bir söz konuşmuş olmayasın ki, akılları almazsa bu, ancak bazısı için bir fitne olur.’
İkinci Görüş
Düşmanlarımızın yani din düşmanlarının asıl görevleri, Müslümanların nazarında Allah (c.c.)’a davet hizmetini küçük düşürmek, saptırmak, insanların zihinlerini karıştırmak ve engellemektir. Çünkü bu kimse­ler Müslümanların önünde açıktan açığa İslâm’a hücum ettiklerinde, Müslümanlar tarafından kötü tanınacaklarını biliyorlar. Onların bu hususta atmak istedikleri adım, İslâm davetçilerini Allah (c.c.)’a davet yolundan alıkoymaktır. Böylece yapılacak olan hizmeti önlemektir. Bu bakımdan davetçinin ger­çekten nefsini temizlemesi ve gayet ince hesaplarla hareket etmesi gerekir. Müslümanlar tarafından bilinip tanınsın ki, gelebilecek iftiralar tutmasın.
Yürüttüğü görevi sırf Allah (c.c.) rızası için yürütecek, bunun dışında herhangi bir amaç peşinden koşmayacaktır. Allah (c.c.)’ın emirleri dışında başka hedefler peşinden gitmeyecektir. Kendi halkına şefkatli bulunacak, şeytanın onları Allah (c.c.) yo­lundan kapmasına engel olacaktır. Özellikle Müslümanlar arasında bazı şah­si anlaşmazlıklar hatta düşmanlıklar bile çıkarabilirler. Bunu düşmanlar tezgâhlayabilir. Bundan ke­sin olarak sakınmak gerekir. Onlar meseleyi sanki İslâmî bir dava imiş gibi göz­ler önüne sermek suretiyle yıpratmaya gidebilirler. Müslümanların dikkatle­rini esas noktadan çevirmek için çeşitli oyunlar, hileler tezgâhlayabilirler. Çünkü İslâm düşmanları, daha önce işaret ettiğimiz gibi, Müslümanlara düşmanlık yaparak sinsice görevlerini yürütürler. Böylelikle sanki İslâm’a düşman de­ğillermiş havasını uyandırmak isterler. Böylece Müslümanları kendi lehleri­ne ikna etmeye çalışırlar. Davetçi bu noktada gayet uyanık bulunmalı, hile ve tuzaklara düşmemeli ve asla me­seleyi küçük görmemelidir. Müslümanlara düşmanların asıl amaçlarının İslâm’ı yıkmak olduğunu ama bunu açıkça sunmadıkları, çeşitli kapalı yollarla bunu gerçekleştirmek istediklerini anlatmalıdırlar. İşte bu noktada gayet uyanık ve ciddi hareket ederek, Müslümanları uyarmak gerekir. Allah (c.c.)’ın bizi yükümlü kıldığı davayı hâkim kılmak için bunu bilmeliyiz.
Üçüncü Görüş
Dil ile cihad görevi, sağlam bir eğitim ve bilgi donanımı ister. Davetçinin dalalet ve sapıklık kaynaklarını, sapma noktalarını bilmesi icap eder. İşi nasıl yürütecek, mesele nasıl ele alınacak, bunları bir bir bilmesi icap eder. Çünkü her ülkede İslâmî yönden bozulmalar farklı farklıdır. Birbirlerine benzemezler. Sapıklıkları farklı, küfrü farklı, İslâm’dan uzaklaşmaları farklı.. Bu bakım­dan her birisinin tedavisi başlı başına ayrı birer yöntem ve çalışma ister.
Örneğin bir ülke Müslümanları şiîdir ve sünnîdir. Burada komünizm, masonluk ve vahdeti vücutculuk gibi fikirler yayılmaya başladı. Müslümanlar da bundan habersiz. Bu takdirde Müslümanlar arasında bozulmalar, çözülmeler gerek ahlâkî alanda, gerek itikadî alanda ve gerekse düşünce plânında kendisini göstermeye başlar. İşte bu ülkede yayımlanacak olan kitaplar iyi seçilmeli ve bunları yayıma hazır­lamalıdır. Konferanslar, değişik konuşmalar, seminer çalışmaları, münakaşa yerleri, ziyaretler tertip olunmalıdır. Bunlar ülkede bulunan halklara göre değişir. Meselâ şayet ülkede yaşayanlar arasında Hıristiyanlar çoğunlukta iseler, burada kapitalist düşünceler yoğunlukta ise, buna göre hepsini kurta­racak bir çalışmaya girilmelidir. Meselâ mutlak olarak demokrasi varsa, yi­ne durum farklılık gösterir. O halde:
Mutlaka sapma ve bozulma nedenleri araştırılmalıdır.
Mutlaka bunları yayan merkezler, kaynaklar ortaya çıkarılmalıdır.
Mutlaka bunlar hakkında geniş çalışma ve geniş plân yapılmalıdır.
Mutlaka İslâm’ın tüm insanlara ulaşması için gereken ne ise bu mana­da her türlü çalışma yapılmalıdır.
İşte bu durum, bizden şunu istemektedir. Ülkemizde Müslümanların eksiklikleri nelerse bunları bileceğiz, tanıyacağız, teşhislerini koyacağız. Bütün Müslümanları aynı şekilde ve eşit olarak dil ile cihad yapmaya yöneltebileceğiz. Günün şartlarına göre bunun yolları ve usulleri nelerdir? Tüm bunları öğrenmek zorundayız. Aynı zamanda Müslümanların ayıpları nelerdir, bunları düzeltmeye çalışacağız. Eksiklikle­rini ikmal edeceğiz. Tüm gayretlerini birlik içerisinde yöneltmelerini sağla­yacağız. Bir ülkede dil ile yapılacak olan cihadda ilk yapılacak olan şey söylem birliğinin sağlanmasıdır.
Alıntı

rima
rima
ilim ehli

Mesaj Sayısı : 266

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz