HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.

Join the forum, it's quick and easy

HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.
HİCRET
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

SELMÂN-I FÂRISÎ -RA

Aşağa gitmek

SELMÂN-I FÂRISÎ -RA Empty SELMÂN-I FÂRISÎ -RA

Mesaj  muslim Salı Şub. 22, 2011 3:42 pm

Ateşperestlikten Hıristiyanlığa

Selmân-ı Fârisî (radiyallahu anhu) Efendimiz, İsfehân'ın Cey kentinin
valisinin oğludur. Müslüman olmadan önceki ismi Mâbih b. Bûzehşân'dı.

Selmân-ı Fârisî Efendimiz, kendini Allah yoluna adamış, müstesna
şahsiyetlerden biridir. O, hakikati bulmak için ailesini, memleketini
terk ederek, diyar diyar gezen, varlığını ve hayatını Rabbine adayan,
hidayet aşığı bir kahramandı. Allah (celle alâ), onun bu iyi niyet ve
gayretini boşa çıkarmadı. Onu diyar diyar gezdirdikten sonra Kainatın
Efendisine, Sevgililer Sultanına kavuşturdu. Ne aradığını çok iyi
bildiği için bulduğunda bütün masivadan sıyrılıp, kendisini O'na feda
etti.

Ona: "Sen kimin oğlusun?" diye sorduklarında, kendini, geçmişini ve
geleceğini uğruna feda edip, canlar canını bulduğuna ve onda yok
olduğuna işaret ederek: "Ben İslâm'ın çocuğuyum." buyururdu.(1)

Peşinden koştuğu, o hidayet güneşini bulmak için yaptığı bu uzun ve zor
yolculuğu bizzat kendisi şöyle anlatmaktadır: "Ben, İsfehân'ın Cey
kentinde oturan Farslı bir gençtim. Babam kentin yöneticisiydi. Onun
dünyada en çok sevdiği kişi bendim. Bunun için beni yanından hiç
ayırmaz, evden dışarı çıkmama izin vermezdi. Bu hayat, kendimi
ateşperestliğe kaptırmama neden oldu. Hatta zaman içinde ateşi bile ben
yakar oldum. Ateşin başından bir an bile ayrılmıyor, sürekli onunla
ilgileniyordum.

Babamın büyük bir çiftliği vardı. Zaman zaman oraya gider kalırdık.
Babam o sıralar bir bina yapımı ile meşgul olduğu için bana: "Oğlum! Ben
bugün şu binanın işleri ile ilgileneceğim. Sen çiftliğe git, şu şu
işleri hallet ve oyalanmadan gel! Sakın gecikip de beni merakta koyma!"
dedi.

Çiftliğe giderken yolda bir kilise gördüm. İçerden sesler geliyordu.
Sürekli evde kalıp, dışarı çıkmadığım için kimin ne yaptığından, başka
dinlerden haberim yoktu. Merak edip, kiliseye girdim. İçerdekilerin
yaptıklarını seyretmeye başladım. İbadetlerinden çok hoşlandım.
Oradakiler bana Hıristiyanlığı anlatınca, onlar gibi olmaya heveslendim.
Kendi kendime: "Vallahi bu din, bizim dinimizden daha hayırlıdır."
dedim.

Çiftliğe gitmeyip, akşama kadar kilisede oyalandım. Oradaki insanlara:
“Bu dinin merkezi neresidir” diye sordum. Onlar: "Şam" dediler. Akşamın
yaklaştığını fark edince, acele eve döndüm. Kilisede oyalanmış, çiftliğe
gidip babamın söylediği işleri görmemiştim.

Eve gidince babam: "Oğlum nerede kaldın? Niçin geciktin? Ben sana;
'söylediğim işleri yap oyalanmadan hemen geri dön.' demedim mi?" diye
çıkıştı. Ben: "Babacığım, çiftliğe giderken yolda bir kilise gördüm.
Bazı insanlar orada ibadet ediyorlardı. Onları seyretmeye dalınca akşam
olduğunu fark edemedim" dedim.

Babam: "Oğlum, o dinde hayır yoktur. Senin ve atalarının dini ondan daha
hayırlıdır" dedi. Ben: "Hayır. Vallahi onların dini bizim dinimizden
daha hayırlıdır" dedim. Babam dinimi terk edeceğim konusunda büyük bir
endişeye kapıldı. Ayağıma zincir takarak, beni eve hapsetti.

Bir yolunu bularak, kiliseye haberci gönderdim. Onlardan "Şam'dan
kiliseye Hıristiyan tüccarlar gelirse, bana haber gönderin" diye ricada
bulundum. (2)

Başpiskoposların hizmetindeki yıllar

Çok geçmeden kilisedekiler, ona haber göndererek; "Şam'dan Hıristiyan
tacirler geldi" dediler. Onlardan: "Tacirler işlerini bitirip, geri
dönmek istediği zaman bana haber gönderin" diye rica ettim. Beni
kırmayıp, tacirler döneceği zaman, gizlice haber gönderdiler. Bir yolunu
bulup, ayağımdaki prangalardan kurtuldum. Hemen kiliseye giderek,
tacirlerle buluştum. Tacirler yola çıkmaya hazırlanıyorlardı. Hemen
onlara katılıp, Şam'a gittim. Yol arkadaşlarıma: "Burada, Hıristiyanlığı
en iyi bilen kişi kimdir?" diye sordum. Onlar da: "Bu dini, en iyi
kilisedeki başpiskopos bilir." dediler.

Kilisenin yerini öğrenip doğruca oraya gittim. Başpiskoposu bulup, ona
başımdan geçenleri anlattım. Sonra: "Hıristiyan olmak, senin yanında
kalıp, sana hizmet ederek bu dini öğrenmek ve seninle birlikte ibadet
etmek istiyorum" dedim. Başpiskopos: "Olur. Bizimle burada kalabilirsin"
dedi. Hemen kiliseye yerleşerek, orada kalmaya başladım.

Gece gündüz ibadet ve hizmet ediyor, başpiskoposun yanından hiç
ayrılmıyordum. Bu vesile ile onu yakından tanıma fırsatı buldum.
Başpiskopos, çok kötü bir adamdı. İnsanlardan sadaka vermelerini ister,
onları sadaka vermeye teşvik ederdi. Sadakalar toplanınca, gelen
yardımların çok azını fakirlere dağıtırdı. Kalanını kendine ayırır ve
onları gizli bir yerde saklardı. O güne kadar tam yedi küp altın ve
gümüş biriktirmişti. Onun yaptıklarını görünce kızıyor, ona karşı büyük
bir kin besliyordum.

Böylece aradan yıllar geçti. Bir gün başpiskopos öldü. İnsanlar onun
ölümüne çok üzüldüler. Hemen toplanıp, cenaze merasimi için hazırlanmaya
başladılar. İnsanların aldatılmalarına tahammül edemedim. Onlara:
"Başpiskopos, sizin tanıdığınız gibi biri değildi. O kötü bir insandı.
Size sadaka vermenizi söyler. Bunun için sizi teşvik eder, ancak gelen
sadakalardan çok azını dağıtırdı." dedim.

Sözlerime inanmak istemediler. Büyük bir tepki göstererek: "Bu iddianı
ispatlayacak delilin var mı?" diye sordular. Ben: "Evet, size sakladığı
hazinesinin yerini gösterebilirim." Dedim ve onlara hazinenin bulunduğu
yere götürüp, sakladıkları altınları gösterdim. Altın ve gümüş dolu yedi
küpü bulunca, çok kızdılar: "Onu asla gömmeyiz" dediler. Önce astılar.
Sonra da taşladılar. (3)

Bir süre sonra kiliseye yeni bir başpiskopos geldi. Müslümanlar dışında,
ben ondan daha faziletli, dünyaya değer vermeyerek ahirete önem veren,
ibadete düşkün birini görmedim. Gece gündüz sürekli ibadet ederdi. Onu
çok sevdim. Daha önce onun kadar çok sevdiğim biri olmamıştı. Uzun bir
süre ona hizmet ettim. Ondan ilim ve feyiz aldım.

Vefat edeceğini anladığım zaman, yanına giderek: "Seni, şimdiye kadar
hiç kimseyi sevmediğim kadar, çok sevdim. Seninle kaldığım süre içinde
senden çok istifade ettim. Şimdi ise Rahman’a kavuşma vakti geldi. Bana
tavsiye edeceğin biri, yapmamı istediğin şey var mı?" diye sordum.
Başpiskopos: "Evladım! Senin aradığın gibi biri, bu günlerde yok gibi.
Onlar dünyayı bırakıp gittiler. Yaşayanlarsa dini değiştirdiler. Pek çok
emrini ihmal ettiler. Senin aradığın gibi biri, yalnızca Musul'da var.
O, falan kilisede, falan kişidir. İstersen onun yanına git" dedi.

Başpiskopos ölünce, onu defnettik. Sonra ben Şam'dan ayrılarak, Musul'a gittim. Başpiskoposun söylediği kişiyi buldum…”

Selman-ı Farisi Hazretleri, bu yeni tanıştığı başpiskoposa da kendini
tanıtır ve yanında kalır, hizmetini yapar, ondan istifade eder. Bir süre
sonra onun da ölümü yaklaşınca, ondan kendisini başka bir Salih kişiye
göndermesini ister. O da Hz. Selman’a (ra), Nusaybin’deki bir piskoposu
tavsiye eder.

O piskoposu da bularak başından geçenleri anlatır ve iznini alarak
yanında kalır, ondan ilim ve irfan öğrenir. Ancak fazla bir süre
yaşamaz. Vefatından önce ondan başka bir kimseyi tavsiye etmesini
isteyen Selman-ı Farisi Hazretleri, tarif üzerine Ammûriye’ye gider. O
salih insandan da çokça istifade eder. Orada çalışır para kazanır, hatta
birçok inek ve davar alır.

Allahresulü’ne koşuyor

Devamını şöyle anlatıyor: “Günler hızla akıp giderken, Ammûriye'deki
salih insan da ölüm yatağına düştü. Diğerleri gibi onun yanına da gidip
ondan, kendisinden sonra hizmet edebileceğim birini tavsiye etmesini
istedim. Bana: "Evladım. Vallahi yeryüzünde bizim yolumuzu takip eden
birinin olduğunu sanmıyorum. Öyle birini de tanımıyorum. Ancak sana
başka bir şey tavsiye edeyim. Ahir zaman peygamberinin gelmesi çok
yaklaştı. Gölgesi üzerimize düştü. O, İbrahim peygamberin (as) dini
üzere gönderilecektir. Kendisi Arap topraklarında Harem'de ortaya
çıkacak. İçinde hurma bahçeleri bulunan iki taşlık arasındaki bir yere
hicret edecektir. O, kendi için sadakayı kabul etmez. Sadakadan yemez.
Ama hediyeyi kabul eder. İki omuzu arasında peygamberlik mührü vardır.
Eğer oralara gidebilirsen, vakit kaybetmeden hemen git" dedi.(4)

Hocasından duydukları sözler, Selmân-ı Fârisî Efendimizi çok
sevindirmişti. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlamış, Allah Resul'ünün
sevgisi bir anda gönlünü kuşatmıştı. Ancak gideceği yer hiç tanımadığı
uzak beldelerdi. Bir taraftan kalbi alev alev yanıyor, bir taraftan
"Acaba oraya nasıl gidebilirim?" diye düşünüyordu. Hocası vefat edip de
onu defnedince, Resul'ün çıkacağı diyarlara nasıl gidebileceğini
araştırmaya koyuldu. O topraklara nasıl gittiğini, canlar canına nasıl
kavuştuğunu kendisi şöyle anlatıyor:

"Hizmetine baktığım salih insan öldükten sonra, onun bahsettiği yere
nasıl gidebilirim diye yol bulmaya çalıştım. Bunun için, bir süre daha
Ammûriye'de kaldım. Bir gün, Arap topraklarından ticaret için
Ammûriye'ye gelen bir gurup insanla tanıştım. Kelb kabilesinden olan bu
adamlara: "Beni Arap topraklarına götürürseniz, şu koyun ve ineklerimin
hepsini size veririm." dedim.

Yolda esir düşüyor

Adamlar teklifimi hemen kabul ederek: "Olur, seni istediğin yere
götürürüz." dediler. Yolculuğa çıkacaklarında kervana katılıp, onlarla
birlikte Vâdi'l-Kurâ'ya kadar geldim. Burada adamlar anlaşmamızı
bozarak, bana ihanet ettiler. Beni köle olarak bir Yahudiye sattılar.
Yahudi beni alıp evine götürdü. Neye uğradığımı şaşırmıştım. ‘Yabancı
bir yerde köle olarak ne yapacağım?’ diye düşünürken, çevredeki hurma
ağaçlarını gördüm.

Çok sevinmiştim. Kendi kendime: ‘Efendimin bana anlattığı yer, bura olsa
gerek’ diye söylemeye başladım. Devamını getiremeden, kelimeler
boğazımda düğümlendi. Tam o sırada efendimin (sahibi) amcası oğlu çıka
geldi. Kureyzaoğullarından olan adam, beni ondan satın alarak, Medine'ye
götürdü. Medine'ye geldiğimde gözlerime inanamıyordum. Burası,
Ammûriye'deki salih insanın bana anlattığı yerin ta kendisiydi. Çok
sevindim. Burada, yeni efendimin yanında kalmaya başladım.

Çevreyi tanıdıkça, konuşulanları dinliyor, Allah Resûlü (sav)'den haber
almaya çalışıyordum. Ben orada bulunurken Allah Resûlü (sav) Mekke'de
insanları İslam'a davet etmeye başlamıştı bile. Ben olanlardan habersiz
bir şekilde, köle olarak yaşamaya devam ediyordum. Köle oluşum, ondan
haber almamı engelliyordu. Hatta onun Medine'ye gelişinden bile haberim
olmamıştı.

Bir gün hurma ağacının tepesinde, efendime ait işleri görürken,
efendimin amcasının oğlu yanımıza geldi. Adam, hurma ağacının gölgesinde
oturan efendimin yanına giderek, başına dikildi ve: "Allah,
Kayleoğullarını kahretsin. Vallahi onlar şu anda Kubâ'da, Mekke'den
gelen ve kendisinin peygamber olduğunu söyleyen bir adamın başına
toplanmışlar. Onu dinliyorlar." dedi.

Resulullah’la karşılaşması

Adamın sözlerini duyar duymaz büyük bir heyecana kapıldım. Vücudum tir
tir titriyordu. Efendimin üzerine düşmemek için ağaca sıkı sıkıya
sarıldım. Titremem hafifleyince, hemen ağaçtan inerek, büyük bir
heyecanla efendimin amcası oğlunun yanına gittim. Gayri ihtiyari: ‘Ne
dedin? Ne dedin?’ diye sordum. Efendim bana kızarak, yüzüme şiddetli bir
tokat vurdu. Sonra da: ‘Onun anlattıklarından sana ne! Haydi işinin
başına git!’ diye çıkıştı.

Ben özür dileyerek: ‘Onunla ne işim olacak, yalnızca onun ne demek istediğini anlamaya çalıştım’ dedim.”(5)

Efendisinin uyarısı ile işine devam etmek zorunda kalan Selmân-ı Fârisî
Efendimiz, heyecandan yerinde duramıyordu. Kendisini görmek için
dünyanın diğer ucundan kalkıp geldiği, uğrunda köle olduğu Allah
Resûlünü (sav), bir an önce görmek istiyordu. Ancak bu imkansızdı. Zira o
halen köleydi.

"Gece gizlice, evden ayrılarak, Habîb-i Kibriya'yı ziyaret etmeye
gideceğini" düşününce, biraz rahatladı. Ancak, bu anı o kadar büyük bir
arzu ile bekliyordu ki, birkaç saatlik zamana bile tahammül etmekte
zorlanıyordu. Yine de eşsiz bir sabırla, gecenin gelmesini beklemeye
devam etti. Zaman yaklaştıkça, kalbi daha hızlı çarpmaya başladı.
Nihayet, onu yakıp kavuran sevgiliye, en sevgiliye kavuşma vakti
gelmişti.

Nasıl gidecekti? Nasıl biri ile karşılaşacaktı? Onun yanında nasıl
hareket etmeliydi? Peygamber olup olmadığını anlamak için ne yapmalıydı?
Sorular, sorular... Hiç hoşlanmasa da, onun gerçekten peygamber olup
olmadığını denemeye karar verdi. Bunun için bir plan yaptı.

Gizli buluşma ve iman etmesi

Bu çarpıcı hidayet serüvenini bizzat Selmân-ı Fâris Efendimizin,
dilinden dinleyelim: "Gece olunca, bir süreden beri biriktirdiğim hurma
gibi yiyecekleri yanıma alarak gizlice evden ayrıldım. Kimseye
görünmeden, doğruca Kubâ'ya gelen Allah Resûlü (sav)'in yanına gittim.
Huzur-u saadetlerine girdim. Selamlaşmadan sonra yanımda götürdüğüm
yiyecekleri onlara sunarak: "Bana gelen bilgiye göre, sen salih bir
insanmışsın. Yanındaki sahâbelerin ihtiyaç sahibi, garip kişilermiş.
Size bir miktar yiyecek getirdim. Gördüğüm kadarı ile sizin bu sadakaya
başkasından daha çok ihtiyacınız var. Buyurun yiyin!" diyerek
yiyecekleri onlara doğru uzattım.

Allah Resûlü (sav) sahâbelerine dönerek: ‘Yiyin?’ buyurdu. Kendi ise tek bir lokma dahi yemedi. İçimden: ‘Bu birincisi’ dedim.

Bir süre Allah Resûlünü (sav) dinledikten sonra, oradan ayrılarak
gizlice eve geri döndüm. Aradan günler geçti, Allah Resûlü (sav) bir
süre sonra Kubâ'dan ayrılarak, Medine'ye geldi. Bu arada ben, yeniden
yiyecek bir şeyler biriktirmiştim. Bir yolunu bulup tekrar Allah
Resulünün (sav) yanına gittim. Ona: "Size, hediye yiyecek getirdim"
dedim. Allah Resûlü (sav), hediyeyi kabul buyurdu. Sahâbelerine:
‘Yiyin!’ buyurarak, ikram etti. Kendi de onlarla birlikte yedi.

Allah Resûlü (sav) getirdiğim hediyeyi yiyince, içimden: ‘Bu iki’ dedim.
Aradan uzun bir süre geçtikten sonra, bir yolunu bulup yeniden Allah
Resûlü'nün (sav) yanına gittim. O sırada Allah Resûlü (sav) Garkad
mezarlığındaydı. Vefat eden sahâbelerden birini defin için orada
bulunuyordu. Üzerinde iki parça örtü vardı. Selam verip yanına
yaklaştım. Etrafında dolaşarak hocalarımın bana anlattığı, Peygamberlik
Mührünü görmeye çalıştım. Allah Resûlü (sav) benim etrafında dönüp,
Peygamberlik mührünü tespit etmek için dolaştığımı fark ederek, örtüsünü
sırtından indirdi. Sırtına bakınca, Nübüvvet mührünü gördüm. İyice
baktım. Onun Nübüvvet Mührü olduğunu kesin olarak anlayınca, üzerine
kapanıp, öptüm, öptüm, öptüm… Bir taraftan öpüyor, bir taraftan hüngür
hüngür ağlıyordum.

Allah Resûlü (sav): ‘Buraya gel!’ buyurdu. Hemen yanına gittim. Kelime-i
Şahâdet getirerek, Müslüman oldum. Allah Resûlü (sav) bana ağlama
sebebimi sordu. Başımdan geçenleri anlattım. Beni dikkatle dinleyen
Allah Resûlü (sav), benden ona anlattığım hayat hikayemi, sahabelere de
anlatmamı istedi. Emrini yerine getirerek, yaşadıklarımı uygun
zamanlarda sahâbelere anlattım."(6)

Samimi olarak arayan mutlaka bulur

Yahudilerin Allah Resûlü'ne (sav) olan aşırı kinleri ve kıskançlıkları
nedeni ile Allah Resûlü (sav)'nü görmeye rahatça gidemiyordu. Ayrıca
işleri çok yoğundu. Efendisi ona göz açtırmıyor, gece gündüz sürekli
çalıştırıyordu. Bütün bunlara rağmen Selmân Efendimiz, bir yolunu bulup,
zaman zaman gizlice Allah Resûlü'nü (sav) yanına giderek onu görüyordu.


Köleliği onu Bedir ve Uhud savaşına katılmaktan alıkoymuştu. Ancak, Uhud
savaşından sonra bir gün, yine Allah Resûlü (sav)'i ziyarete gitmişti.
Allah Resûlü (sav) ona: "Efendinle kölelikten kurtulmak için anlaş ey
Selmân!" diye emir buyurdu. Efendimizin emri hemen yerine getirerek,
Yahudi efendisi ile kölelikten kurtulmak için anlaştı.

Onun anlaştığını haber alan Allah Resûlü (sav) sahâbelerine:
‘Kardeşinize yardım edin!’ diye emir buyurdu. Sahâbe Efendilerimiz,
seferber olarak, kardeşlerinin kölelikten kurtulması için yardıma
koştular. Kısa zamanda Selmân Efendimizi kölelikten kurtaracak kadar
hurma toplandı. Allah Resûlü (sav) Selmân Efendimizi yanına çağırdı.
Ona, kendisi için gereken hurmanın hazır olduğunu bildirerek:

‘Git efendinle konuş ey Selmân! Anlaşınca bana gel, toplananları sana
vereyim’ buyurdu. Hemen gidip efendisi ile konuşup geri gelen Selmân-ı
Fârisî, Allah Resûlü (sav)'in kendisine verdiği hurmalar ile hem
kölelikten kurtuldu, hem de borçlarını ödedi. Hatta borçlarını
dağıttıktan sonra kendisine de yeterince hurma kaldı. Samimi bir şekilde
hakikati arayan herkes gibi o da aradığına ulaştı.(7)

Allah ondan razı olsun. (Amin)

Dipnotlar:

1- İbn Abdülberr, el-İti'âb, 2/634.
2- İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Gâbe, 2149, Sahâbe.
3- İbn Sa'd, Tabakât, 75-80.
4- Zehebî, Siyerü A'lâmü'n-Nübelâ', 2315, Şahıs.
5- İbn Manzûr, Muhtasar Târîhi Dımeşk, 10/28.
6- Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 2/82.
7- İbn Hişam, es-Sîre, 1-2/214-222.
muslim
muslim
ilim ehli

Mesaj Sayısı : 22

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz