HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.

Join the forum, it's quick and easy

HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.
HİCRET
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

İNGİLİZ GAZETECİ YUANNE DİDLDLE

Aşağa gitmek

İNGİLİZ GAZETECİ YUANNE DİDLDLE Empty İNGİLİZ GAZETECİ YUANNE DİDLDLE

Mesaj  sebil Salı Tem. 13, 2010 10:11 pm

Taliban tarafından kaçırıldığımda büyük haberlere imza atan bir gazeteciydim.( The Sunday Times, The Observer, Daily Mirror ve Independent gazeteleri) . Ancak o zaman utanç verici şekilde kendim gazetelere manşet oldum.
“Eylül 2001’de, yani Birleşik Devletler’e yapılan terörist saldırıdan sadece on beş gün sonra, baştan ayağa mavi bir burkaya bürünmüş olarak, bir gazeteye Afganistan’daki baskıcı rejim altında yaşanan hayatı kaleme almak maksadıyla, bu ülkeye sızdım. Fakat burka içinde saklanmaya çalışmam bir işe yaramadı ve benim oralı olmadığım anlaşılınca yakalandım. On gün boyunca beni alıkoydular.  
Beni alıkoyan kişilerle ağız kavgası yaptım, onlara küfrettim. Bana “kötü kadın” diye isim taktılar. Ama Kur’ân okuyacağıma ve İslâm’ı inceleyeceğime söz verirsem, beni serbest bırakacaklarını söylediler. Ben de onlara söz verdim. Dürüst olmak gerekirse, benim serbest kalmamdan onların mı yoksa benim mi daha mutlu olduğundan emin değilim.
 Taliban’a söz verdim: “Eğer beni serbest bırakırsanız Kur’ân’ı okuyacağım. İslâm’ı araştıracağım.” Onlar sözünü tuttu, beni bıraktı. Ben de tuttum. Londra’ya geri döndüğümde, Söz sözdür diye düşündüm ve Kur’ân’ı okumaya başladım. Tamamen akademik bir çalışmaydı. Mânevî bir yolculuğa çıkmak gibi bir niyetim yoktu başlangıçta.
Kur’an Nefes kesiciydi. Kur’ân sanki bir yaşam kılavuzu. Okuduğum her şeyden çok etkilendim. Özellikle kadın haklarından. Çünkü bize hep müslüman kadınların baskı altında olduğu anlatılırdı. Ancak Kur’ân diyor ki; biz kadınlar mânevî olarak erkeklere eşitiz. Eğitim hakkı konusunda da eşitiz. Biz kadınlar çocuk doğurma özelliğinden dolayı İslâm’da yüceltiliyoruz. Cennetin annelerin ayağının altında olduğu söyleniyor. İslâm’ı ilk kabul eden bir kadındı. İslâm’ın ilk şehidi de bir kadındı. Keşfettiğim şeyler beni büyüledi. Kur’ân bölümleri arasında kadının nasıl dövüleceğine, kızların nasıl baskı altında tutulacağına dair şeyler okumayı bekliyordum. Ama tam tersine kadının özgürleşmesini teşvik eden pasajlar okudum. Batı’da süslü magazin dergilerinde bize sunulan fikir şuydu; uzun boylu ve güzel vücutlu olmazsan beğenilmez, istenmezsin. Halbuki İslâm dininde kişiliğinle ön plâna çıkıyorsun. Erkeklerden aşağı değiliz, onlara eşitiz. Meselâ boşanma, meselâ miras hakkı. Bu haklar Batılı kadına daha 100 yıl önce tanınmaya başlandı. Halbuki bu haklar Kur’ân’da asırlar önce yazılıydı. Hollywood yıldızları şimdilerde bir ordu dolusu avukatla evlilik öncesi mal paylaşımı yapıyor. Bu paylaşım, binlerce yıldır müslüman evlilikleri öncesinde yapılıyor. Bu yeni bir şey değil. Bence Hollywood avukatları Kur’ân’dan ilham alıyor.
Kur’ân-ı Kerim’in arkasındaki indeksten kadınla ilgili tüm bölümleri tespit edip o bölümleri okudum. Kadına ve aileye karşı ne kadar merhametli olunması gerektiğiyle alâkalı bölümler özellikle dikkatimi çekti. Okuduklarıma inanamadım. Çünkü kadına yönelik şiddet ve aşağılama iddialarına karşın, Kurân kadın eşitliğini, onun manevî kişiliğini tanıyordu. Eğitime çok önem veriyordu. Kadının evli ya da bekâr olsun, eğitim için evin dışına çıkması ona bir görev olarak sunuluyordu. Bu beni hayrete düşürdü. Daha sonra kadının boşanma hakkı, mülk edinme hakkı, miras haklarına baktım, onları inceledim. Kur’ân’ın bu meseleleri 1400 yıl önce açıklığa kavuşturmuş olduğunu hayretle gördüm. 17. yüzyılda Amerika ve İngiltere’de kadınların elde etmeye çalıştıkları hakların onlardan çok daha önce Müslüman hanımlara verilmiş olması, benim için gerçekten çok değerli bir keşifti.
Taliban tarafından yakalanmamdan iki buçuk yıl sonra Allah’ın hidayetiyle İslâm’a dahil oldum. Dost ve akrabalarım arasında utanç, hayal kırıklığı yaşayanların yanı sıra cesaret verenleri de oldu. Yani karışık tepkiler aldım.Komşusu müslüman olan kız kardeşim, müslümanların nasıl insanlar olduğunu gördüğü için, müslüman oluşuma tepki vermedi. Ancak diğer kız kardeşimin hiç müslüman tanıdığı yok. Bu yüzden kendimi, Tel Aviv’de patlatacağımı düşündü. Annem Hıristiyanlık’a dönmemi istedi. Ona, Hristiyanlık’ın aslında İslâm’a çok yakın olduğunu söyledim. Bana bir Arap dinine mensup olmak istemediğini söyledi. Ben de ona, ‘Hz. İsa’nın nereden geldiğini sanıyorsun anne, Manchester’dan mı?’ diye sordum. Durdu ve düşündü. Ve fark etti ki Hıristiyanlık’ın kökleri de Ortadoğu’da... Hikâyemi dinleyip şehadet getiren çok insan oldu. Annemin de müslüman olmasını çok isterim.
Taliban beni esir almasa Müslüman olur muydum? Bu gerçekten garip. Düyada pek çok müslümanla görüştüm; ama beni müslüman olmaya tetikleyen, Taliban tarafından kaçırılmak oldu. Kur’ân’ı okuyacağıma söz vermiştim. Başka türlü İslâm’ı incelemezdim. Bu, benim için utanç verici. Çünkü Ortadoğu’yu takip eden (BBC TV ve radyosunda, CNN, ITN ve Carlton TV’de Afganistan, Irak ve Filistin’le ilgili programlara, gerek programcı, gerek sunucu gerekse yapımcı olarak katkıda bulunuyordu) bir gazeteci olarak İslâm’ın sadece bir din değil, bir hayat tarzı olduğuna dikkat etmeliydim. İslâm’la iç içe olmalıydım. Taliban’a teşekkür borçluyum; ama Taliban destekçisi değilim.
Yvonne Ridley’in Müslüman olduktan sonra tesettürlü giyimi tercih etmesini şöyle anlatıyor: Tesettür Kur’ân’da yazılıdır, farzdır, Müslüman bir kadın örtünmekle yükümlüdür. Bir dine mensup olan kişi, o dinin gereklerinin bir kısmını alıp, bir kısmını terk edemez. Örtünmeyen, tesettüre girmeyen Müslüman kadınları yargılamıyorum ve onları tenkit etmiyorum. Seçimlerini yapmışlardır...
Her iki tarafta [Batı ve İslâm] bulunmuş birisi olarak, İslâm dünyasında kadınlar konusunda ağlayıp sızlayan Batılı erkek politikacıların çoğunun ne konuştuklarından haberi olmadığını söyleyebilirim. Bu politikacılar tesettür konusunda, çocuk yaşta evlilikler, kadınların sünnet edilmesi, töre cinayetleri ve zoraki evlendirme konularında hiç haketmediği halde İslâm’ı suçluyorlar. Kendini beğenmişlikleri ve küstahlıkları, cehaletlerinin önünde gidiyor.
Bu kültürel meselelerin ve geleneklerin İslâm’la hiçbir ilgisi yok. Kur’ân dikkatle okunduğunda görülecektir ki, 1970’li yıllarda Batılı feministlerin elde etmeye çalıştığı her hak, Müslüman hanımlara 1400 yıl önce verilmiştir. İslâm’da kadın maneviyatta, eğitimde ve değerde erkekle eşittir; kadının çocuk doğurması ve onu terbiye etmesi müspet bir nitelik olarak görülür, övülür.
İslâm kadına bu kadar çok değer verdiği halde, niçin Batılı erkekler Müslüman kadınların kılık kıyafetiyle takıntı derecesinde ilgileniyorlar? Onlara soruyorum hangisi daha özgürleştirici: Eteğinizin boyu ve cerrahi müdahaleyle şekle sokulmuş göğüsleriniz üzerinden değerlendirilmek mi; yoksa karakteriniz ve zekanız üzerinden değerlendirilmek mi? İslâm’da üstünlük dindarlık ve takva iledir –güzellik, zenginlik, güç, konum ya da cinsiyetle değil!
Bunca yıl İslama neden uzak kaldığımı sorguladığımda , geriye doğru baktığımda nerede zehirlendiğimi anlıyorum. Ben İngiltere’nin kuzeyinde küçük bir kasabada büyüdüm. Sadece Protestanlar ve Katolikler vardı. İran Devrimi sırasında şekillendi benim İslâm hakkındaki düşüncelerim. İranlılar birçok Amerikalıyı rehin almışlardı. O sırada Hollywood devreye girdi. Not Without My Daughter (Kızım Olmadan Asla) filmini izledim. Travmatikti. Betty Mahmudi ve kızının İranlı kocası tarafından maruz kaldığı kötü durumları konu alıyordu. Filmi beyaz perdede izledim. Sonra kitabını da okudum ve İslâm’ın kadını kadınlıktan çıkardığını ve onları köleleştirdiğini ve baskı kurduğunu düşünmeye başladım.
Ben İslâm’ı kabul ettikten sonra dünyanın farklı bölgelerinden müslüman kadınlarla temas kurma imkânı buldum. Asya’dan, Ortadoğu’dan, Avustralya’dan, Avrupa’dan, Güney Afrika’dan, Hindistan’dan, Yeni Zelanda’dan. Hepsi de, diplomalı olsun ya da olmasın, parlak fikirliydi, güçlü ve esnek kimselerdi. Ve genellikle bu kadınlar ‘ilk eğitici’ konumundaydı. Buradan İslâm’ın günümüzde niçin güçlü olduğunu anladım. Bu, mücahidler ve onların çabalarından ileri gelmiyordu sadece. Aynı zamanda, kadınların büyük katkısı vardı. Çünkü onlar İslâm’ı kendi çocuklarına, onlar da kendi çocuklarına aktardılar. Dolayısıyla İslâm’ın koruyucusu aslında kadınlar oldu. Kadınların önemi İslâm’da o kadar büyük ki, ilk Kurân’ın muhafaza edilmesi görevi bir kadına verilmişti.
İslâm’ın güzelliği şu ki, Kur’ân 1400 yıl boyunca en ufak bir değişikliğe uğramamış. Düşünürseniz, bu müthiş bir güç aslında. Yani, değişmesi için herhangi bir ihtiyaç duyulmamış. Ben Kur’ân’ın mushaf halini alışını incelediğim gibi, İncil’in de bu konudaki tarihsel geçmişini inceledim. İncil, Hz. İsa’nın vefatından yetmiş yıl sonra kitap haline getirildi. Bir gazeteci olarak günün yirmi dört saati haberlerle iç içe olan birisiyim. Yetmiş yıl sonra yazılan bir haber ne kadar tam doğru olabilir ki? Anladım ki, değişik İncillerin birbiriyle çelişmesinin arkasında bu tarihsel geçmiş yatıyor.
Bazıları İslamın güncellenmesi, modernleştirilmesi gerektiğini söylüyor. Kanadalı lezbiyen bir yazar İrşad Manji, bazı şeriat kurallarının değiştirilmesi gerektiğini ifade ediyor meselâ. Daha başkaları da var. Ben de onlara söylüyorum ki, Kur’ân bizatihi mükemmeldir ve değiştirilmesine ihtiyaç yoktur. Müslümanlar kendi içlerindeki modernleşme hareketlerine dikkat etmeliler. Çünkü modern bakış açısıyla bizim büyük inancımızı parçalamaya ve bizi kandırmaya çalışıyorlar. Hıristiyanlık gibi melez bir din haline getirmeye çalışıyorlar.
Günümüz Hıristiyanlığına bir bakın. Hıristiyan kiliseleri bölündü. Gay din adamları, gay papazlar var. Değişik gruplara hitap eden değişik kiliseler var. Kadın piskoposu olan kiliseler açılıyor. Böylece yeni icad edilen bazı unsurları dine sokmaya çalışıyorlar. Dini popülerleştirme, bu işi yapmanın yollarından birisi. Ama bunlar İslâm açısından işe yaramaz.
İslâm’ı kabul ettikten sonra hacca da gittim. Orası harikaydı, inanılmaz güzeldi. İnsanlar orada en çok neyden etkilendiğimi sordular. Kâbe’yi ilk kez görmek mi, neydi? Düşündüm. Bir gün namaza geç kalmıştım. Mekke sokaklarında rüzgâr gibi koşuyordum. Haremüşşerif’in kapılarından birinin önüne geldim. Önümde on binlerce hacı vardı ve tam bir kaos yaşanıyordu. Hepimiz camiye girmeye çalışıyorduk, geç kalmıştık. Herkes birbirini itiyordu. Kadın-erkek, uzun-kısa, zayıf-şişman, her çeşit, her renkte, belki 30-40 farklı milletten insan camiye girmeye çabalıyorduk. Ve birden namaz başladı. Birkaç saniye içinde bütün herkes şeritler halinde sıraya dizildi. Ben de sokağın ortasında seccademi yere sermiş, ayakta bekliyordum. Yanıma baktım, cizgi kusursuzdu. Onun önündeki de, onun önündeki de. Ve düşündüm, bu ordu kadar hızlı hazır ol pozisyonuna girebilecek başka bir ordu yoktur dünyada. Kendi kendime, ‘işte benim ailem bu’ dedim. Sadece düşünürken duygulanmıyorum. Gözyaşları boğazıma dizildi ve ‘biz birlik olduğumuz zaman çok güçlü olabiliriz’ diye düşündüm. Günde beş defa biz böyleyiz. Günde 24 saat, haftada 7 gün böyle olsak hiç kimse bizim topraklarımızı işgal etmeye kalkmaz. Din kardeşlerimize işkence yapamazlar, çocuklarımızı katledemezler. Bize hiç kimsenin gücü yetmezdi ve bize saygı duyarlardı. Bizleri terörize edemezler, bizlere zulmedemezlerdi. Guantanamo Üssü’nde insanlarımızı kilitleyemezlerdi. Bizlere saygılı davranırlardı. Dünyada iki milyar müslüman var. Eğer birlik olsak yenilmez olurduk.
İslâm’ı seçtikten sonra iki kitap yazdım. İlk kitabımda, Taliban tarafından kaçırılıp serbest bırakılma hikâyemi anlattım. İkinci kitabım ise bir roman. Adı, Cennet’e Gidiş Bileti. Hikâye 11 Eylül olaylarından başlıyor, Ortadoğu’ya kadar uzanıyor. Konusu ise şehitler. Amerika’da yayınlandı. İsrail’de ise yasaklandı. Çünkü kitabı Cenin ve Cenin şehitlerine adadım. Zaten herkesi İsrail mallarını boykota çağırıyorum.
Gazetecilik mesleğine devam ediyorum. İslâm kanalının politika editörüyüm. Bu kanalda her sabah ajanda adlı bir program yapıyorum. Bir tartışma programı. Irak’ta savaşmayı reddeden askerlerden, İsrail devletini kabul etmeyen hahamlara kadar birçok konuğu ağırlıyoruz. Bu programla buradaki müslümanları güçlendirmek istiyorum.
Ridley, Danimarka’daki karikatür krizine güçlü bir tepki vermiştir. “Danimarka medyası İslâm´dan bihaber. Bu sadece onların değil, tüm Batı dünyasının İslâm konusundaki cahilliğini de ortaya koydu. Bunu ‘fikir özgürlüğü’ adı altında yapıyorlar. Bu tamamen bir yalan. Kabul edilemez. Hemen her sabah İslâm kanalı "Islamic Channel"da program yapıyorum. Özgürlüğüm var, fakat bu bana kötü lisan kullanmamı gerektirmiyor. Tüm görüşlere saygı gösteriyorum. Tepkilerin devam etmesi çok güzel. Devam etmeli. Bunlarla verilmek istenen mesaj çok açık. İslâm ile oynamaya çalışmayın. Bu nazik, hassas bir konu. İman ve inançlarla alay edilmesine izin veremeyiz. Hz. İsa´nın imajının da kötü çizilmesine karşıyız. Hristiyanlar da buna tepki gösteriyor. Hristiyan liderler, şimdi İstanbul, İslamabad ve Cakarta´daki gösterilere ve tepkilere bakıp, ‘Hristiyanlar da inaçlarında böyle güçlü olabilselerdi, Hristiyanlık bugün bir krizin içinde olmayacaktı’ diyorlar.”
sebil
sebil
ilim ehli

Mesaj Sayısı : 78

http://my.opera.com/myhicran/blog/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz