HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.

Join the forum, it's quick and easy

HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.
HİCRET
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

AHMED BİN HANBEL’İN USULU SÜNNE ŞERHİ

Aşağa gitmek

AHMED BİN HANBEL’İN USULU SÜNNE ŞERHİ  Empty AHMED BİN HANBEL’İN USULU SÜNNE ŞERHİ

Mesaj  dareyn Çarş. Ağus. 04, 2010 11:22 pm



AHMED BİN HANBEL’İN USULU SÜNNE ŞERHİ
Terceme ve Şerh:
Ubeydullah Arslan
(İslamabad Uluslararası İslam Üniversitesi Mezunu)

Hamd Allah’a salât ve selam Resulüne, ashabına onların menhecinde giden ilim ve dava erleri sünnet ehlinin üzerine olsun.

İslam dininde akide esastır, bir kimsenin din anlayışının sahihliği ve fasitliği akideye göre bilinir. Akide hakla batışı ayırt edici bir ilimdir. Tüm Peygamberler ve onları izleyen selef imamları, İslami davetlerinde, sahih akideye değer vermiş, onu sahih delillerle beyan etme yolunda çaba göstermiş, yayılmaları için azami gayret göstermişlerdir.

Tarih içinde, sahih Akidenin kalplerde nüfus etmesi, inançların şirk ve hurafelerden temizlenmesi, amellerin kabulü için çok kıymetli eserler, risaleler yazılmış neşri sağlanmıştır. Bu alanda yazılan eserler içinde en muhtasar dikkat çekici eser, Ahmed Bin Hanbel’in Usulü Sünne’sidir. İşte üzerinde yaptığımız Usulü Sünne şerh çalışması hacmi küçük, muhtevası ise büyüktür. Selef izinde ilim yolculuğu yapan ilim talebelerine bu eser mutlaka okutulmalıdır. Bu eser selefi akide ehlinin olmazsa olmazlarından olup okutulması ve şerhinin yapılması bir zorunluluktur. Müslüman nesillerimiz, selefin ilk kaynak eserlerine yönlendirilmeli, onların hayırlı çığırlarına davet edilmeli, akla ve hevaya dayanan fikri eserlerden uzak tutulmalıdır. Şüphesiz ki yolların en güzeli; Allah’ın kelamında ve Muhammed (sallallahu aleyhi vessellem’in) yolundadır. Şüphesiz ki; İslam ümmetinin necatı, ancak sahih akide ehli olmaktan, ihlâsı yakalamaktan, ameli sünnete dayandırmaktan geçmektedir.

Değerli dostlar, İsterseniz ilkin Usulü Sünne ne demektir bunun anlamını öğrenerek başlayalım. Usulü Sünne, İslam dininin/Ehl-i sünnet akidesinin esasları demektir. Selef imamları; itikad esaslarına, usulu’d Din, Usul’s Sünne, fıkhu’l Ekber gibi isimler vermişlerdir, bu risalelere verilen isimler farklı olsa da, gaye tektir, O da; kuran ve sünnet delilleriyle sabit olan itikad esaslarını beyan etmektir.

Değerli dostlar, özellikle ehl-i sünnet âlimleri, tıpkı Peygamberler gibi, yaşadıkları asrın batıl diniyle ve düşüncesiyle mücadele etmiş, dini ilk vahyin indirdiği gibi korumak için gayret göstermiş, ilim ve hüccetle hakkı ayakta tutmak için yorulmuşlardır.

İmam Ahmed bin Hanbel’in yaşadığı asırda Muattıla, Mutezile, Cehmiyye, Rafiziyye gibi küfür ve sapıklık içinde olan fırkalar bulunmaktaydı. Bu yüzden de; sünnet esasını ortaya koymak ve ona davet etmek zorunluluktu, işte bu atmosferde yazılan bu eser, çağımıza kadar baki kalmış, ümmetin sünnet bağlıları tarafından korunmuş, nesilden nesillere öğretilmiştir. Bizde sizlerle beraber bu değerli akide eserini okuyacak, şerh etmeye çalışacak, birbirimize sünnet yolunu tavsiye edecek, hakkın izinde yürüyenler olmaya devam edeceğiz.

Değerli müslüman kardeşlerim;
Bu risale sünnet ehlinin inancını beyan eder. İmam Ahmed bin Hanbel sünnet derken, Ehl-i sünnet ve’l cemaat akidesini kasteder. Zira selef nezdinde sünnet akide demektir, böylece görülmektedir ki, İmam Ahmed bin Hanbel bu risaleyle, Ehl-i sünnet itikadının esaslarını beyan etmiş olmaktadır.

قال الإمام أحمد - رضي الله عنه: أصول السنة عندنا
İmam Ahmed (r.h.) dedi ki, “Bizim nezdimizde sünnetin esasları şunlardır.
ŞERH:
İmam Ahmed bin Hanbel(r.h.) kuranı ve sünneti esas alarak oluşturduğu bu risalesinde, Ehl-i sünnet akidesinin esasını beyan etmekte, bilmeyenleri öğrenmeye, sapık fırka mensuplarını da sünnete sarılmaya davet etmektedir. İmam Ahmed bin Hanbel’in yukarıda ki cümlesini okuyunca şöyle dediğini anlamalıyız, “Bizim Ehl-i sünnet inancımıza göre; sünnetin/itikadın esasları bulunmaktadır, bu esasları terk etmek, inkâr etmek, hafife almak mümkün değildir, zira bu esaslar; kuran ve sünnetin mütevatir delilleriyle, ashabın anladığı şekliyle sabittir. Dolayısıyla sünnetin esaslarına iman etmek vacip, inkâr ise küfürdür.”

Ahmed bin Hanbel ve selef yolunda yürüyenler, sapık ve bidatçi fırkaların aksine kuranın, sünnetin, sahabenin anlayışına göre iman etmişlerdir. Selefi salihin itikadı en sahih itikattır, necat ve izzet ancak bu akide ve ehlindedir, bu itikada muhalif olan görüşler ve mensupları, aklı ve hevayı öne çıkartanlardır.

الأصول / Usul/asıllar/kökler/esaslar demek, الأصل/aslın çoğuludur. Ağacın kökü, asıldır, dalları ise fürudur, binanın yere gömülen temeli asıldır, duvarları, pencereleri ise fürudur. Allah ayetinde, aslın anlamını çok güzel beyan eder “Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir.” (İbrahim-24) Allah ayette ağacın aslını kök, dalını da fürü olarak beyan etmiştir. Bu yüzden, Asıl olmazsa füru olmaz, asıl fürunun olması için olmazsa olmazlarındandır,
Asıl, üzerine başkaları bina edilen, kurulandır, Füru ise, başkasının üzerine bina olandır. Yani ağacın gövdesi/kökü asıldır demiştik işte bu gövde/kök asıldır, kendisinin dışındaki şeylerin üzerine bina olunduğu şeydir. Diyelim ki, gövde/kök üzerine bina olunan dallardır, meyveler ise fürudur. Tabi asıl, diğer ilimlerde farklı anlamlar kazanır, örneğin Nahivcilerde/Dil bilimcilerinde, mübteda ve haber de asıl olan merfudur, kelamın hakiki anlam taşıması, hakiki olmayıp mecaz taşımaması asıldır denilmesi gibi.

السنة /sünnet ise bidatin zıttı olup anlamı; Rasulullah’tan sabit olan söz, fiil, takrirlere denir. Burada ki anlamı ise dinin itikadı esasları anlamındadır. Peygamber ve ashabının üzerinde oldukları iman ve amel yolu demektir.

İmam Ahmed Bin Hanbel’in risalesinde, “biz” zamirini kullanması dikkat çekicidir, bununla sünnet inkârcısı sapık fırkaların inançlarını reddetmiş, böylece Sünnet ehlinin diğer fırkalardan ayrı inanç ve amel taşıdığı gerçeğini belirtmiştir. Ayrıca bilelim ki; biz derken “Ehl-i sünnet akidesine bağlı Selef yolunda iz süren müslüman toplulukları” kastetmiştir. Selef imamları, hevayı, aklı, sapık fırkaların inançlarını bir kenara bırakır, dupduru bir akide esasına inanırlardı. Onların ilk kaynağı Kuran ve sünnetti.
1- التمسك بما كان عليه أصحاب الرسول - صلى الله عليه وسلم -
Rasulullah’ın(sallallahu aleyhi vessellem) ashabının üzerinde bulunduklarına sarılmaktır.
İmam Ahmed bin Hanbel (r.h.) sünnetin esaslarına sarılırken dinde örnek alınacak topluluğun adını vererek başlamakta daha sonra da, Rasulullah’ın(sallallahu aleyhi vessellem) ashabının üzerinde olduğu din üzerinde olmak gerektiğini bildirmektedir.

Sahabi ashabın müfredidir. Sahabi, Rasulullah’ın(sallallahu aleyhi vessellem)sohbetine iştirak etmiş, onu görmüş, ona iman etmiş ve islam üzere vefat etmiş olan müslümandır. Ashab Rasulullah’a iman eden, sünnetini ve davetini doğrulayan, islam uğruna cihadlara ve hicretlere çıkan, ilk müslüman cemaat şerefine ulaşan, şanları ve adaletleri kuran ve sünnetle ispat olunan topluluktur. Ashabın tümü adildir ve onlar ümmetin en efdallarıdırlar. Onların iman ve faziletlerine tanıklık, asıl, kati ve dinden bilinmesi zorunlu olan hususlardandır. Onları sevmek din ve iman, onlardan nefret etmek ise küfür, nifak ve tuğyanlıktandır. Rasulullah (sallallahu aleyhi vessellem) buyurur ki, “ Ashabıma sövmeyin, Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki sizden biri, uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin infak ettiği bir müdd’e hatta yarım müdd’e bedel olmaz.” (Buhari)

Allah, onlardan razı olmuş, cennetle müjdelemiş şereflerini yüceltmiştir, Rasulullah(sallallahu aleyhi vessellem) ise hadislerinde onları övmüş, onlara kötü söylemeyi men etmiş, selef onlara karşı duranların imanın olmadığına hükmetmiştir. Bakınız Allah’ın kitabında ki şu ayet onları sevmenin, edindikleri dine tutunmanın, itikad ve amelde örnek alınmalarının zorunluluğunu ispat eder, dinleyelim, “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisa–115) Ayette müminlerin yolundan maksad ashabın yoludur. Yine Allah bir başka ayetinde onların yüceliğini şöyle ispat eder, “(İslam dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” Bakınız Allah ayetinde Muhacir ve Ensara tabi olanları övmekte, dinde onlara uymanın gerekliliğini bildirmektedir.

2- والاقتداء بهم
Onlara uymak
Yani sünnetin esaslarından bir diğeri de onlara uymaktır. Zira onlar Ehl-i sünnet ve’l cemaattir, onlar fırka naciyedir, hak üzere olanlardır, kurtuluşa erecek onlardır, ateşten ve batıl yollardan uzak kalacak onlardır, onlar Rasulullah (sallallahu aleyhi vessellem) üzerinde olduğu akide ve amel üzere olan sünnet ve sahih akide ehli topluluklardır. Bu topluluk Rasulullah’ın dediği gibi “Ümmetimden bir kesim hak üzere yardıma mazhar olarak kalmaya devam edecektir. Onları yardımsız bırakanların, onlara zararı olmayacaktır. Allah’ın emri gelinceye kadar ” (İmam Buhari-Müslim) yaşayacaktır.

Ashabın, tutunduğu dine tutunmak, sakındığı şeylerden sakınmak sünnetin esaslarındandır. Rasulullah (sallallahu aleyhi vessellem) sahih hadislerinde buyururlar, “Yahudiler yetmiş fırkaya, Hıristiyanlarda 72 fırkaya ayrılmışlardır. Bu ümmette yetmiş üç fırkaya ayrılacak yalnız bir fırka kurtulacak diğerleri ateşte olacaktır. Peygamber’e “Kimler kurtulanlar olacak” denildi. Peygamber “ şu an benim ve ashabımın üzerinde olduğu(cemaat kurtulacaktır.)” (Ebu Davud-Tirmizi-Albani sahihtir)

Dinde, ashabın yolunu izlemek asıldır Onların yolundan sapmak ise sapıklıktır, hüsrana düşmektir. Onlardan ayrı akide, amel, davet, ahlak, cihad menheci edinmek sapıklığa götürür, onlardan bir karış ayrılık bizi hüsrana taşır, zira onlar şeriatı ve sünneti bize nakledenlerdir, kim din onlardan alınmaz derse, bu durumda şeriatı ve sünneti yalanlamış olur. Bakınız, değerli sünnet imamlarından İmam Berehberi Şerhu Sünne adlı eserinde şöyle demektedir “onlardan din almamak sapıklıktır, her sapıklık ve ehli de ateştedir.”

Unutmayalım ki; Ashabın izinden gidenler, tüm şer güçlere galip gelecektir. Bu topluluk, kıyamete kadar olacaktır, kâfirlere ve batıl itikad ehline karşı ilim ve cihadla mücadele edecektir, bu yolda düşmanları onlara asla daimi zarar veremeyecektir, Allah onların ilmiyle ve cihadıyla bu dini pekiştirecek, kararlı kılacak, tüm fitnelerin üzerine hâkim edecektir.

Netice olarak; ashaba din hususunda sarılmak, onları dinde hüccet bilmek, onlara bağlanmak ve sevmek, bu ayetler ve hadisler ışığında sünnet esası olmaktadır. Dinde onlara karşı muhalif itikad ve amelde bulunmak sünnet esaslarına muhalefet etmektir, bu durumda muhalefet edenler, bidatçiler konumuna düşmektedirler.


3-وترك البدع
Bidatleri terk etmek

4-وكل بدعة فهي ضلالة
Her bidati dalalet (sapıklık) olarak bilmek

İmam Ahmed(r.h.) dinde yapılması yasak olan temel bir esası beyan etmektedir. Bu esas ise bidattir, Müslüman bidatten sakınır, sünnete sarılır, ashabı örnek alır, ehl-i sünnet imamlarının çizdiği yolun üzerinde seyreder.

Değerli kardeşlerim!
Din tamamlanmıştır, Rasûlullah (sallallahu aleyhi vessellem) ümmetine hayır ve şer adına dinde ne varsa onu öğretmiştir, nasslar karşısında akıl ve hevanın söz söyleme devri bitmiştir, bu yüzden dinde sonrada icat edilen her şey bidattir, her bidat sapıklıktır, her sapıklık ise ateştedir. Allah ayetinde buyurur, “ Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim.”(Maide–3) Rasûlullah (sallallahu aleyhi vessellem) buyurur ki,“Şüphesiz ki en doğru söz Allah’ın sözüdür, en hayırlı yol ise Muhammed’in (s.a.v.) yoludur. En kötü işler sonradan uydurulanlardır, sonradan uydurulan her şey bidattir, her bidat sapıklık her sapıklıkta ateştedir.” (Müslim)

Yine Rasûlullah (sallallahu aleyhi vessellem) şöyle buyurmaktadır, “ Benim sünnetime, hidayete ermiş doğru yolda olan Raşit Halifelerin sünnetine sarılın. Ona sımsıkı sarılın, azı dişlerinizle ısırıp bırakmayın. Sonradan icat edilmiş işlerden uzak durun. Çünkü sonradan icat edilmiş her şey sapıklıktır, her bidat da sapıklıktır.” (Ebu Davud-Albani sahihtir) Hadis, tüm bidatlerin sapıklık olduğunu beyan eder.

Huzeyfe İbn yemen der ki, “ Tabi olunuz, bidat çıkarmayınız. Çünkü sizin başka bir şeye ihtiyacınız yoktur. Bizi izleyiniz. Çünkü siz çok sonra geldiniz. Şayet yanılırsanız büyük bir sapıklığa düşersiniz.” (İbn Batta-el-İbane)


Bir adam İbn Abbas’a bana nasihat eder misin demiş o “ İstikamet üzere ol, esere(sünnete) sarıl, bidat çıkarma.” demiştir. İbn Mesud der ki, “sünnetle yetinmek çokça bidat işlemekten daha hayırlıdır.”

"Bir gün Rasûlullah (salallahu aleyh vessellem) bize namaz kıldırdı. Sonra bize dönüp çok te¬sirli bir vaaz etti. Bu vaazdan dolayı gözler yaşarıp kalpler ürperdi. Der¬ken bir konuşmacı: "Ey Allah'ın resulü (senin) bu (vaazın yolculuğa çıka¬cağı için kalanlara) veda eden bir kimsenin vaazına benziyor. Binaenaleyh bize neyi tavsiye edersiniz?" (söyleyin de bilelim), dedi. Rasûlullah(salallahu aleyh vessellem) bunun üzerine :"Size Allah’tan korkmanızı (başınızdaki idareciler) Habeşli bir kö¬le olsa bile (onları) dinleyip, itaat etmenizi tavsiye ederim. Çünkü benden sonra sizden kim yaşarsa o, pek çok (dini) ihtilaflara şahid olacaktır. Binaenaleyh size gereken, sünnetime ve doğru yolum üze¬rinde bulunan halifelerimin sünnetine sarılınız. Bu sünnetlere (adeta) dişlerinizi (bir daha çıkmamak üzere iyice) hatırınız. Sizi (din adına) sonradan ortaya atılan işlerden sakındırırım. Çünkü sonradan orta¬ya atılan her iş bid'attır ve her bidat sapıklıktır" buyurdu. (Ebu Davud)

Değerli kardeşlerim, dinde bidat kavramını bazıları hakkıyla anlayamamış, her şeyi bidat dâhiline sokmuş böylece gülünç konuma düşmüşlerdir. Bilelim ki; Bidat dinde-ibadette olur, dinin dışında ki bidat ise, dünyevi konuları içerir ki, buna lügatte bidat anlamı verilir. Bu yüzden sakın ha sakın, uçağa binmek bidat, internet kullanmak bidat demek gibi hatalara düşmeyelim. Bir başkaları da bidati mubah, mekruh, haram, caiz, vacip olmak üzere taksim etmiş, Rasulullah’ın açık sözüne muhalefet etmiştir. Bazıları da toplumun gönlünü fethetmek adına dinde bidat çıkartmanın fetvasını cesurca vermiştir, bu yapılanların dine zara verdiğinde şüphe yoktur.

Değerli kardeşim, Her bidat helak edicidir, saptırıcıdır, haktan uzaklaştırıcıdır, sünnete karşı yapılmış bir eylemdir. Bu yüzden bidatten sakınmak sünnete sarılmak sünnetin esaslarındandır. Selef izinde giden Müslüman bu esası çok iyi bilmeli, bidatler karşısında sünnetle gereken tavrı ortaya koymalıdır.

وترك الخصومات والجلوس مع أصحاب الأهواء
5-Heva ehli bidatçilerle tartışmayı ve onlarla oturmayı terk etmek.
İlk dönemden günümüze kadar, itikadi mezhepler arasında tarih boyu eşi benzeri görülmemiş tartışmalar yaşanmıştır. Tartışma sahipleri her zaman olduğu gibi hakkın kendi safında olduğuna inanmıştır. Her kesim dini telakki etmede kendine göre usuller ve menheçler belirlemiştir. Kimileri aklın delil oluşunu öne çıkartmış, kimileri kuranın sadece delil oluşunu savunmuş, kimileride aklı ilahlaştırarak hadis inkârcılığı etmiş böylece çağdaş somut bir çelişki ortaya koymuştur. Ama tüm bunlar olurken bir gerçek göze batmıştır, O da tartışmaktır, kadim tabirle cedelleşmektir. Cedelleşmek dinde yasaktır. Kuranın ve sünnetin nassları karşısında cedele tutunmak hevanın ve aklın ilahlaşmasını savunmaktır. İnsanın müşrik veyahut zındık olması için, ille de bir taşa, sisteme tapması zorunlu değildir, kişi açık nassların önünde aklını öne çıkartması durumunda da aynı ismi alır. Bu yüzden selefimiz tarafından, cedelleşmek/tartışmak yerilmiş, terk edilmiştir. Selef, cedel edenlerden kaçınmış, onlara ikazda bulunmuş, müslüman nesillerini cedelcilerden uzak tutmuştur. Zira nassın olmadığı yerde hevanın ilahlığı söz konusudur, hevanın ilah olabileceği hususu kuranın ayetleriyle sabittir, “Gördün mü hevâsını ilah edineni? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?" (el-Furkan, 25/43) bir başka ayette şöyle gelir, "Gördün mü hevasını ilah edinip Allah'ın bir ilim üzerinde saptırdığı ve kulağı ve kalbi üzerine mühür koyup görme gücünün üzerine de perde çektiği kimseyi? Artık, Allah'tan sonra onu kim hürriyete erdirir? Düşünüp hatırlamaz mısınız?" (el-Casiye: 45/23).

İmam Ahmed bin Hanbel (r.h.) Heva ehli bidatçiler derken nassları terk ederek aklını ve havasını üstün görenleri kastetmektedir. Unutmayalım ki; Hevalarına uyan kişilerin egemen olduğu bir toprak parçasında fesadın yaygınlaşmaması mümkün değildir. Kişilerin hevâları çatışır ve bunun sonucu olarak "fitne" kabarır, "fesat" artar, yeryüzü zulmün, haksızlığın, öldürmelerin, işkencelerin merkezi haline gelir. Kur'an, Allah Resûl’ü hakkında "O hevâdan konuşmaz, onun söylediği ancak vahyedilmiş bir vahydir" (en-Necm, 53/3-4) buyurmaktadır.

Değerli dostlar! Allah ve Resulü, hevaya sarılmayı, aklı ilahlaştırmayı yasaklamış, sünnete sarılarak hakkın safında olmayı emretmiştir. Allah buyurur, “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisa–115) İmam Buhari, İmam Ahmed, İbn Mace rivayet eder, “Bir gün insanlar kader hakkında konuşurlarken, Rasulullah yanlarına geldi, yüzünde nar tanesinin kırmızlığında bir sinir vardı, onlara “ size ne oluyor da Allah’ın kitabından bazı ayetleri birbirine vuruyorsunuz, sizden önce ki ümmetler bundan dolayı helak oldu.” buyurdu.” Bakınız bu deliller, Kuranın açık nassları karşısında, sahih hadislerin açık hükmü önünde tartışmayı yasaklar. Ehli heva ve bidat bunu çokça yapar, bu yüzden onlarla tartışmak ve batıl düşüncelerini ciddiye almak doğru değildir, çünkü onlar sahip oldukları sapık ve bidat düşünceleri dolayısıyla yalnızlığa itilmeli, küçük görülmeli, düşünceleri tartışılmayarak korkutulmalıdır.

Kuranın hüccetliğini kabul etmeyenlerle, ahad haberleri itikad da delil görmeyenlerle, aklı nassın önüne alanlarla, bidatleri savunarak sünnetleri terk edenlerle oturmak, cedelleşmek, sahih bir davranış değildir. Hakkı öğrenmek amaçlı tartışmak ise meşrudur, zira Allah ayetinde “Onlarla en güzel tarzda mücadele et” (Nahl–125)buyurmuştur.

Rasulullah buyurur ki, “Ümmetimin son yıllarında işitmediklerini size (işitmiş gibi) söyleyecek insanlar olacak, siz ve babalarınız onlardan sakının.”(Müslim-Mukaddime, Begavi-Şerhu Sunne) Hadis, bidat ve heva ehlinden sakınmak gerektiğini beyan eder.

Ömer b. Hattab der ki, “Hadis ezberlemekten sakınan Sünnet düşmanları Rey ehlinden sakının, onlar ki reyle/akılla fetva verirler hem saparlar hem saptırırlar.”



وترك المراء والجدال والخصومات في الدين
6-Dinî hususlarda çekişmeyi, tartışmayı ve düşmanlığı terk etmek
Dini hususlarda şek, tereddüt, çekişme, tartışma ve düşmanlık yasaktır, bunlardan maksad, Allah’ın celaline layık isim ve sıfatlarının kabulü ve ispatı, Allah’ın fiilleri yaratması, kabir azabı, Deccalın gelmesi, İsa’nın nüzulü, Rahmanın Arşa istiva etmesi, ahad haberlerin itikad de delil oluşu, kader, cennetlikler ve cehennemlikler gibi Ehl-i sünnetin kabul gördüğü sünnet esasları etrafında tartışmak, şüpheler oluşturmak, cedelle husumet göstermek hususlarıdır.

Bu hususlar etrafında bidatçi ve sapık fırkalarla husumete girmek, karşılıklı tartışmak, onların meclislerinde beraberce birlikte aynı düşüncelerini paylaşmak, eserlerini tercüme ederek genç müslüman dimağlara okutmak, kitaplarının neşrini yapmak, onları panel ve seminerlere davet etmek doğru değildir. Çünkü ehli küfür ve bidatçiler, hakkı üstün değil hevayı hâkim kılmak arzusundadırlar. Bu yüzden de, kendilerini haklı çıkartacak deliller ileri sürerken açık nassların dışına çıkarak, kalplerde gevşeklik oluştururlar. Bazı müslüman cahil ve sapık zevatlar, oryantalist, müsteşrik şahısların eserlerini ve tezlerini ileri sürerek İslam’a zarar verdiği bilinmektedir, bütün bu sapmalar küfür ve bidat ehline yakınlıktan meydana gelmektedir. Bizde ki yeni reformist düşüncelerin temeli tahlil edilince görülecektir ki, batılı düşünür ve müsteşriklerin düşüncelerine olan hayranlık, tapınma, üstün görmeden kaynaklanmaktadır. Örneğin, günümüz de sünnet ve hadis inkârcılığının aslı kime dayanmaktadır? İlk dönem selef âlimlerinde hadisin hüccetliğini inkâr eden âlim gösterilebilir mi? Ashap döneminde kuran hüccettir başka hüccet istemem diyen görüş mensupları olmuş mudur, tüm bu sorular ve sorunlar geçmişte ki ve günümüzde ki bidat ve heva ehlinden zuhur etmiş, ümmeti ve ehlini düşmanları önünde zayıflatmıştır.

Tabi İslam etrafında oluşturulmaya çalışılan tereddütleri kaldırmak, sahih akide ve sahih sünnet yolunu sevdirmek için heva ve bidat ehline gerekli reddiyeler yazmak kaçınılmazdır, bu alanda değerli müslüman ilim ve takva ruhuna sahip âlimlere ve davetçilere kapılar açmak gerekir, küfür ve bidat ehli sapık aklının ilahlığına sarılarak ortaya attığı düşünceyle başıboş bırakılamaz, terk edilemez, zira İslam’a ve Müslümanlara tehlike arz eder. Çağın sapık düşünce mensuplarına gerekli eserleri kaleme almak dini vecibedir.

O halde hakkın sahih yolunda iman eden müslüman hak etrafında cedel yerine hakka sarılmayı selefinin yolunda ilerlemeyi gaye bilmelidir. Kuranın ve sünnetin nasslarına teslim gereklidir. Kalpte, Onların etrafında şüphe, tartışma, düşmanlık oluşturmak haramdır, bu hususta imanla beraber teslim olmak ve amel etmek gereklidir. ,“Şüphesiz ki en doğru söz Allah’ın sözüdür, en hayırlı yol ise Muhammed’in (s.a.v.) yoludur. En kötü işler sonradan uydurulanlardır, sonradan uydurulan her şey bidattir, her bidat sapıklık her sapıklıkta ateştedir.” (Müslim) Huzeyfe İbn yemen der ki, “ Tabi olunuz, bidat çıkarmayınız. Çünkü sizin başka bir şeye ihtiyacınız yoktur. Bizi izleyiniz. Çünkü siz çok sonra geldiniz. Şayet yanılırsanız büyük bir sapıklığa düşersiniz.” (İbn Batta-el-İbane)


والسنة عندنا آثار رسول الله - صلى الله عليه وسلم
7- Bize göre sünnet; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet edilenlerdir.
İmam Ahmed, asırlardır selef nezdinde kurandan sonra ikinci vahiy olarak hüccetliği tartışmasız makbul görünen, beyanlarıyla ümmete tertemiz itikadi ve ameli hususlarda yol gösteren Sünnetin, tanımını ve hüccetliğini belirtmektedir. Selef sünneti araştırır, onunla amel eder, onunla insanları hakka davet eder, sapık fırkaların inkârına rağmen hüccetliğini itiraf ederdi.


Değerli dostlar, Her asrın tartışılan konuları olmuştur, sünnette bu tartışmadan nasibini almış, kimi sapık ve bidatçi fırkalar hüccetliğini tartışmış, delil olarak görmemiş, kuranın kâfi olduğunu kabul ederek sünnete karşı savaş açmışlardır. Bu yapılan çirkin iftiralara İslam âlimleri Mekke’den Medine’den, Hint yarımadasından cevaplar vererek, eserler kaleme alarak, reddiyeler yazarak, talebelere hüccetliğini aşılayarak tespit etmişlerdir. Hadis ehli bu mücadelede eşi benzeri görülmemiş bir mücadele ortay koymuş, sünnetin hıfzını ve sahihliğini ümmete ulaştıran ilk öncü nesil unvanına haiz olmuştur. İmam Ahmed Müsnediyle, İmam Malik Muvattasıyla, İmam Şafi Müsnediyle, İmam Buhari sahihiyle, diğer imamlar süneleriyle hizmetler ortay koyarak örnek bir davranışa imza atmışlardır.

Geçmişte Sünnetin hüccetliğini hariciler ve mutezile akımları reddederek sapık ve batıl bir düşünce ortaya atarken, günümüzde müsteşrikler ve onların yerli tilmizleri bu sapık fırkaların kötü çığırlarının ön ayakları olmuşlardır. Allah, sünneti alaya alınan bir oyuncak gibi bu sapık fırkaların eline düşürmeyecektir, bunda şüphe yoktur.


Değerli Dostlar, İmam Ahmed, bizim inancımızda sünnet diyerek, diğer sapık ve bidat ehli fırkaların sünnet anlayışından uzak olduğunu itiraf etmekte, kabul edilir inançları olmadığını hatırlatmakta, böylece de sünnet/hadis ehlinin sünnet anlayışını ortaya koymaktadır.

Sünnet, Peygamberin söz, fiil ve takrirleridir. Hüccetliği katidir, nassa mukabil olarak akılla reddedildiğinde küfürdür, akide ve amelde hüccetliği haktır, selef kendisine sünnetten bir rivayet geldiğinde asla akide ve amel arasında ayrım yapmaksızın hüccetliğini kabul etmiştir, sahihliği ispat olunmuşsa her müslüman üzerine ittibası farzdır, zira vahiydir. Sünnetin dinde ki yeri kati delillerle sabittir. O helal ve haram koyar, O mücmeli beyan ve tafsil eder, mübhemi açıklar, mutlağı mukayyed eder, geneli has eder, namazı, orucu, zekâtı ve diğer ibadetleri detaylı açıklar. Onu ancak sapıklar ve bidatçiler hüccet görmez. Onların çürük iddialarına da ilim ehli gereken cevabı vermiştir. Onlar sünnet karşında akılla ve hevayla hareket etmişlerdir. Akıl ve heva ise onlara ancak itaatsizlik getirmiştir. Allah kitabında ona sarılmayı, onunla amel etmeyi emreder. Müslüman dinle alakalı bir meselesinin çözümü ilkin kuranda sonra da sünnette aramalıdır. (Bkz, Haşr–9, Nisa–65–95, Nahl–44)


والسنة تفسر القرآن، وهي دلائل القرآن
8-Sünnet, Kuran’ı tefsir eder ve Kuran’ın delilidir.
Sünnet, Kuranın delilidir, açıklayıcısıdır, beyanıdır, onun ihtiyaç duyduğudur, kendisine mutlaka rucu edilecek olandır. Zira Kuranın anlaşılmasında sünnete hacet vardır, o olmadığında Kuranın anlamında eksiklik yaşanır. Diyelim ki Kuran namazı emreder, nasıl kılınacağını beyan eder mi? Kuran orucu emreder peki orucun sahurunu, vaktini, bozan ve bozmayan hallerini beyan eder mi? Kuran zekâtı emreder, Peki kaçta kaç zekât verilir, kime verilir, neyden verilir, kimlere verilmez bunları beyan eder mi? Tüm bu sorulara verilecek cevap hayırdır, Yani Kuran mücmeldir, sünnet ise mufassaldır, bu yüzden Kuran sünnete hacet duymaktadır, ilim ehli kuranın sünnete ihtiyaçlığı sünnetin kurana ihtiyaçlığından daha fazladır demiştir. İmam Ahmed Kuran tefsir eder derken bu sözlerimizi gaye edinmiştir. O halde sünnet; Kuranın mücmelini beyan ve tafsil eder, mübhemini açıklar, mutlağını mukayyed eder, genelini has eder, namazın, orucun, zekâtın ve diğer ibadetlerin detaylı bilgilerini verir.


وليس في السنة قياس، ولا تضرب لها الأمثال، ولا تدرك بالعقول والأهواء. إنما هو الاتباع وترك الهوى
9- Sünnette kıyas olmaz, ona misal getirilemez, akıllar ve heva onu tam olarak idrak edemez/kavrayamaz. Şüphesiz bu ancak (nassa) uymayı/tabi olmayı ve hevayı terk etmeyi gerektirir.

İmam Ahmed’in (r.h.) “ Sünnette kıyas olmaz ” sözünden şu anlaşılmalıdır, Ehl-i Sünnet Akidesine göre, her şey nassların emrettiği gibi apaçık delillerden alınır, akla, mantıka, kıyasa kapı kapalıdır, nassın muradı neyse, doğru olan odur, ne derse o alınır, bu nedenle itikadi babda kıyas terk edilir. Bilelim ki, mezmum, metruk kıyasın sünnette/dinde/itikadde yeri yoktur. İtikad temeli, Kuranın ve sünnetin nasslarına dayanır. İnançlar hususunda, nassları terk ederek rey ihdas etmek, akıldan kıyasa yönelmek, akli misaller getirmek doğru değildir. Bu hususta Faziletli Âlim Allame Rebi b. Hedi el-Medhali, Şerhu Usuli Sünneti eserinde demiştir ki, “ Bu nass usule muhaliftir, Bu nass kıyasa terstir demek kıyasta aşırıya gitmektir.” Görüldüğü gibi âlimler nassı terk ederek, kıyasa müracaatı yasaklamıştır.

Malum kıyas iki türlüdür, ilki nassa dayanarak, illetini göz önünde bulundurarak, kitap ve sünnetin şartlarını gözeterek yapılan kıyas ki; adı sahih kıyastır, bu caizdir, zira nassların gölgesinde kıyas etmektir, âlimler bu kıyasa izin vermiştir, tabi bu kıyas açık nasslara muarız olmamalıdır. Bu konuda şu Örneği verelim, Allah Kuranda, kullarına yetimlerin mallarını yemeyi haram kılmıştır, Peki yetimlerin mallarını yakmak, çalmak, telef etmek hakkında ne diyeceğiz? Bu durumda illet ortaklığından dolayı, nassın gölgesinde, nassın muradına muarız olmamak şartıyla, buda aynı hükmü gerektirir deyip, nasıl yemek haramsa, yakmak-telef etmek-çalmak da haramdır, zira yakmak yemekten daha şiddetli bir fiildir. İşte bu hususta kıyasa müracaat etmek sakıncalı değildir. Diğeri de akidevi alanda nassın özünü terk ederek aşırıya kaçılarak yapılan fasid kıyastır. Bu fasid kıyas genelde tasavvufçu, tarikatçı, kelamcı ve dinde avam tabakası konumunda ki cahil kimselerde görülür. Bunlar nassın dışına çıkarak, Allah’a layık olmayan isimler ve sıfatlar vererek, nassların anlamlarını temsil, tahrif, tatil, teşbih, tevil ederek, kıyasa yönelirler. Allah’ın şu sıfatı varsa şu sıfatı da gereklidir, şu ismi varsa şu ismi de gereklidir, diyerek kıyas yoluyla görüşler belirtirler. Oysaki Allah onların niteleye geldikleri şeylerden yücedir, uzaktır, O, zatına layık isimler ve sıfatlarla anılır. Allah, bir mahlûka benzemekten, celaline layık olmayan isim ve sıfattan münezzehtir.

Malum toplumumuzda müslümanlar arasında hassaten tarikatçılarda, meşhur bir benzetme bulunur, sapık yolu hidayet sanıp Tevhid kalesini harap eden tarikatçılardan bazıları derler ki, “ Padişahın huzuruna çıkmak için tanıdık, sözü geçen bir vezir lazımdır, aksi halde talebiniz kabul görmez, bu yüzden Allah’ın huzuruna da Allah’a çok yakın evliyanın biriyle çıkmak lazımdır, bu şeyh efendi olmalıdır, zira o büyük zat büyük insanların aracılığını kabul eder.” Görüldüğü gibi getirilen darbı mesel/misal Allah’ı kuluna benzetmektir ki bu ehl-i sünnet akidesinde caiz değildir. Zira Allah buyurur ki, “ Onun benzeri hiçbir şey yoktur, O işiten ve bilendir.(Şuara–11)

Ona misal getirilemez, sözünden şunu anlamalıyız, Allah’ın bir ismi ve sıfatı hakkında nasıl, neden, niçin gibi sorularla arayışa girmek misaller getirmek, inkar yoluna gitmek, akılla doğrulamak cihetine yönelmek doğru değildir. Vacip olan Allah’ın ve Resulünün bildirdiklerine iman etmektir, zira Allah buyurur ki; “ Ey İman edenler! Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah ve Resulüne götürün, (Onların emrettiği gibi hükmedin.) bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa, 59) başka ayette, “ Ey iman edenler! Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin.” (Hucurat, 1) başka ayette “Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah ve Resulünün çağrısına uyun.”(Enfal24) başka ayette “ Kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Peygambere karşı gelir, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakır ve cehenneme atarız. O, ne kötü bir dönüş yeridir.” (Nisa–115) başka ayette “ Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra sizi O’nun yolundan ayırırlar. İşte sakınasınız diye Allah size bunları tavsiye etti.” (En’am–153)

Diyelim ki; Allah’ın her gece dünya semasına gecenin üçte biri geçtikten sonra inmesi dua edenin duasını kabul etmesi, rızık isteyene rızık vermesi sahih hadislerle (Buhari,1145-Müslim, 758) sabittir. Bu hadiste Allah’ın nüzulü/dünya semasına inmesi haktır, iman vaciptir, zira ehl-i sünnet bu hususu iman esası kabul ederek hadisi sahih kabul etmiştir. Bu hadisi okuyan bir kimsenin, Peki Allah nasıl iner, neden iner, inmesi beşer gibi midir? İnerken neye dayanır, gibi sorular sorması doğru değildir. Bu husus aklın idrak edemediği kabulün vacip olduğu akidevi bir konudur, Allah’ın nüzulüne iman zorunludur. Ehl-i sünnet bu gibi konularda misaller getirmeyi, sorular sormayı caiz görmez. Diğer sapık fırkalar bu sahih hadisleri ya inkâr ya da tevil cihetine giderek nassların dışına çıkarlar, böylece bidatçiler konumuna düşerler. Bu konuda sahabeler arasında yaşanmış meşhur bir anı vardır, hepimize çok güzel bir örnektir, izlenmesi gereken yolu öğretmektedir, bir gün Ebu Hureyre sahabelerin arasında iken şöyle demiştir “Ateş değmiş eti yiyen kimseye abdest vardır.” Bunun üzerine sahabeden biri Sıcak sudan da abdest almak gerekir mi? Diye sordu, bunun üzerine Ebu Hureyre, “ Ey Kardeşimin oğlu sana Rasulullah’dan bir şey gelirse ona misal getirme.” demiştir. (İbn Mace, 485-Tirmizi, 79- Elbani, Hasendir.)

Akıllar ve heva onu tam olarak idrak edemez/kavrayamaz. Yani akıllar Allah’ın yüce isimlerinin ve sıfatlarının nasıllığını idrak edemez, zira o aklın üstünde bir zattır. Akıl onu idrakte zayıftır, eksiktir, Allah akla belli şeyleri anlama yükümlülüğü vermiştir, izin verilmeyen sınırın ötesini kavraması mümkün değildir. Bu yüzden aklı nassların bildirdiği sınırda kullanmalı, iman etmeli, haddi aşmamalıdır. Akıl nassı anlamada araçtır, amaç değildir, araçla amacı karıştırmamak gerekir, aklın yüceliğine inanmak nassın inkârına götürür, geçmişte olsun günümüzde olsun akılla sapan çok kimseler olmuştur, aklın ayarını kaçırdığımız zaman batılın ve bidatin kölesi konumuna düşeriz, akla mahkûm olmayı reddetmeli, hâkim olmayı bilmeliyiz. Malum beşeri düzenleri kuran despotlar, aklın üstünlüğüne inanan insanlardır. Akıl, onların Allah’a karşı meydan okumalarına kapı açmış, küfür ve şirk inançlar ve düşünceler ortaya koyarak insanlığı saptırmışlar, karanlık bir dünya oluşturmuşlardır. Aklına sahip olamayanlar, dinde de sapık yollara düşmüşler, bidatçiler olarak anılmışlardır. Örneğin batılın ve bidatçiliğin son mimarlarından Zekeriya Beyaz denen kimse, tavuktan-kazdan-hindiden kurban olur dememiş miydi? İşte görüldüğü gibi akılcı varlıklar nasıl da gülünç konumlara Allah’ın indirmesiyle inmektedirler. İzzetli olsalardı Allah izzetlendirirdi, onlar zilleti isteyince zilletlendirildiler. O halde değerli müslümanlar, aklı nassların karşısında zil çalıp oynatanlar gibi olmamak, selefin anladığı gibi dini anlamak zorunluluğu vardır.

Şüphesiz bu ancak (nassa) uymayı/tabi olmayı ve hevayı terk etmeyi gerektirir. Din nassa uymayı, itaati, heva ve arzuları terk etmeyi emreder. Dinde, hevanın ve aklın zemmi sabittir. Allah ayetinde buyurur ki, “Muhakkak bunlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar ve onlarda kendilerinin hidayette olduklarını sanırlar.” (Zuhruf–37) başka ayette şöyle buyrulur, “ Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları kendilerine veliler/dostlar edindiler. Üstelik doğru yolu bulduklarını sanırlardı.(Araf–30)

Kuran ve sünnet hevaya uymayı tapmak olarak tanıtmış, uyarmıştır. Müslüman kuranın ve sünnetin bu nasslarını bilmelidir, bakınız işte bu hususta size deliller, Allah ayetinde buyurur ki, “ Kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Peygambere karşı gelir, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakır ve cehenneme atarız. O, ne kötü bir dönüş yeridir.” (Nisa–115) Allah “ Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra sizi O’nun yolundan ayırırlar. İşte sakınasınız diye Allah size bunları tavsiye etti.” (En’am–153)

Rasulullah’ın (s.a.v.) hadislerini hatırlatmaktadır, “ Şüphesiz ki en doğru söz Allah’ın sözüdür, en hayırlı yol ise Muhammed’in (s.a.v.) yoludur. En kötü işler sonradan uydurulanlardır, sonradan uydurulan her şey bidattir, her bidat sapıklık her sapıklıkta ateştedir.” (Müslim) Yine Rasulullah şöyle buyurmaktadır, “ Benim sünnetime, hidayete ermiş doğru yolda olan Raşit Halifelerin sünnetine sarılın. Ona sımsıkı sarılın, azı dişlerinizle ısırıp bırakmayın. Sonradan icat edilmiş işlerden uzak durun. Çünkü sonradan icat edilmiş her şey sapıklıktır, her bidat da sapıklıktır.” (Ebu Davud-Albani sahihtir)

Huzeyfe İbn yemen der ki, “ Tabi olunuz, bidat çıkarmayınız. Çünkü sizin başka bir şeye ihtiyacınız yoktur. Bizi izleyiniz. Çünkü siz çok sonra geldiniz. Şayet yanılırsanız büyük bir sapıklığa düşersiniz.” (İbn Batta-el-İbane)

Şeyhülislam İmam İbn Teymiyye der ki “ Kim kurana ve sünnete aykırılığını bildiği halde hevesine, zevkine ve coşkularına uyarsa, Allah’ın kendilerine gazap ettiği kişilerden olur.” (Tuhfetul Irakıyye fi’l Ameli’l Kalbiye)

Değerli kardeşim!
İslam dinine mensup olan fakat islamı yaşama boyutunda hakkın yolundan sapan çok insanlar görebilirsin. Sen din olarak, vahyin tayin ettiğini al, hevana kapı açma, aklını putlaştırma, selefin azığını yükle, selefin muhaliflerinin çokluğundan dolayı üzülme, davetini ihlâsla ve vahiyle yap, kurtuluş şüphesiz ki selefin izindedir. Allah ne güzel buyuruyor bir dinle gel, “ Ey Âdemoğulları! İçinizden ayetlerimi anlatacak peygamberler size gelince artık kim sakınır ve düzeltirse onlar için bir korku yoktur ve onlar üzülecek değillerdir.” (Araf-35) Allah bize şu ayeti buyurmadı mı gel dinle “ Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka velilere uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz !” (Araf–3)

Bil ki, kardeşim
O gün din ne ise bugünde odur. Allah çağlara ve mekânlara göre ayrı ayrı son din göndermemiştir. Son din İslam, akla ve kişisel görüşlere kapılarını kapamış, vahye teslim olmayı emretmiştir. Allah ayetinde buyurur ki, “ Kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Peygambere karşı gelir, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakır ve cehenneme atarız. O, ne kötü bir dönüş yeridir.” (Nisa–115) “ Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra sizi O’nun yolundan ayırırlar. İşte sakınasınız diye Allah size bunları tavsiye etti.” (En’am–153) “Sonra biz seni dinden bir şeriata sahip kıldık. Sen de artık ona uy, bilmeyenlerin hevalarına uyma.” (Casiye–18)






ومن السنة اللازمة التي من ترك منها خصلة، لم يقبلها ويؤمن بها؛ لم يكن من أهلها:
10- Sünnetin gereklerinden bir hasleti terk eden, ona iman edip kabul etmeyen, onun ehlinden olamaz.

İmam Ahmed bu cümlesiyle bidatten sakındırmaktadır, müslüman bir kimseye sünnetten bir emir-haslet-delil ortaya konulsa, eğer doğrulamaz, kabullenmez, yüz çevirirse bu durumda sünnet dairesinden çıkıp bidat dairesine gireceğini bildirmektedir. Zira bidat heva ve sapık yollara kaymaktan zuhur eder.

Sünnet, Rasulullah’ın (s.a.v.) ümmetine söz, fiil, takrir yoluyla getirdiği, Ümmetine inanılmasını vacip kıldığı tevhid, iman, amel, ahlak, fıkıh içerikli yoludur. Allah ayette şöyle buyurmaktadır, " (Ey Muhammed!) Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın kendi ilmi dâhilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah'tan başka kim hidayete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz?" (Casiye–23) Allah ayetinde hevasını ilah gören nefsi ve düşünce zihniyetini kınamaktadır, kâfirler ve bidat üzere gidenler, hevanın zıddı olan vahye ve sünnete tutunmayı reddederler. Bu yüzden de onlara ehl-i heva ve delalet denmiştir. Bu bidat ehline tarihten örnek verecek olursak, Hariciler, Rafiziler, Mutezile, Cehmiyye, Mürcie, Tarikatçılar, Kabirlerden yardım isteyenler, sünnetleri toplum önünde reddedenler ve Mealcilerdir.

Eğer sahih-sabit bir sünneti inkâr ederse ilim ehli küfrü konusunda ihtilaf etmiştir. Düşünün bu bir hasletin terkinde gerçekleşmektedir, Peki sünneti topyekûn reddedenlerin konumu nedir? Eğer sünnet inkârcılığı ümmeti kuşatırsa bilelim ki; ümmetin üzerine düşen en büyük beladır, hüsrandır, zillettir.

Allah ayetinde “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyden sakındırdıysa ondan da sakının”(Haşr–7) buyurmuş böylece Peygamberin sünnetine itaat Allah’a-kuran-İslam’a itaat gibi ispat edilmiştir. Ehl-i sünnet akidesine mensup olan müslümanın seleften kalan miras olarak gördüğü bu esası, koruması elzemdir. Bu yüzden kim sünneti inkâr ederse, hüccetliğini yalanlarsa, onunla amel edilmez derse; İslamı inkar etmiş olur. Sünnet olmadan kuranı anlamak ve ona davet etmek mümkün değildir, İslam’ın birçok emirleri ve hükümleri sünnetle tavzih edilmiştir. Kuran sünnete, sünnet de Kuran’a hacet duyar. Kuranın tefsirini sünnet, sünnetin yolunu da kuran emreder. Allah ayetinde sünnete uymayan amellerin boşa gittiğini beyan eder, “ Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Resulüne itaat edin, amellerinizi boşa çıkarmayın” (Muhammed–33) Rasulullah (s.a.v.) Buhari-Müslim’in farklı lafızlarla rivayet ettiği sahih hadislerinde “ Kim bir amel işler o işlediği amelde emrimizde değilse merduttur” buyurarak amellerin sünnete uymasının farz olduğunu bildirmiştir.

Namazın, Orucun, Zekâtın Kuranın emriyle müslümanlar tarafından farz olduğu malumdur, işte Sünnet bu hükümlerin hakkında tafsili bilgi verir, Sünnet olmasaydı bu ibadetlerin nasıl yapılacağı, hangi vakit eda edileceği, ne kadar da zekât verileceği bilinmezdi, bu yüzden sünnet Kuranın İcmali emrini tafsili olarak beyan eden 2.vahiydir.

Sünnet, olmadan islam kaim olamaz, ayakta duramaz, sünnet olmadan abdest, gusül, namaz, oruç, zekat, hac ve diğer ibadetler olmaz, anlaşılamaz, bilinemez, yapılamaz. Sünnet, islamı tarif eden temel esastır. Bu durumda sünnetin inkarı küfrü getirmektedir. Rasulullah (s.a.v.) hadislerinde “ Size iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe katiyen sapıtmazsınız. Allah’ın kitabı ve benim sünnetim. ” (Malik, Albani sahihtir.) buyurmuştur.

Allah, ayetlerinde buyurur ki, “ Onlara Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin denilince münafıkların senden alabildiğine yüz çevirdiklerini görürsün.” (Nisa-61) “ Biz gönderdiğimiz her bir peygamberi Allah’ın izniyle kendisine itaat edilsin diye gönderdik.” (Nisa-64) “ De ki (Resulüm) Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun Allah da sizi sevsin.” (Ali İmran 31) “Ey iman edenler ! Sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah ve Resulünün çağrısına uyun.”(Enfal24) “ Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr, 7)

Rasulullah (s.a.v.) hadislerinde “ Size iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe katiyen sapıtmazsınız. Allah’ın kitabı ve benim sünnetim. ” (Malik, Albani sahihtir.) “ Sizlere benim sünnetim ve hidayet ehli doğru yol üstünde olan halifelerimin sünneti gereklidir. (O iki sünnete) sımsıkı sarılın.” (Ahmed, sahih hadis) “İyi biliniz ki, bana Kuran ve onunla birlikte onun bir misli (yani sünnet) verildi.” (Ebu Davud, sahih hadis) “ Kim bir amel işlerde o amelde emrimizin dışında olursa o amel merduttur.” (Buhari-Müslim) buyurmuştur.

O halde, kim sünneti islamdan ayırırsa, inkar ederse, hüccet olarak görmezse alimlerin icmasıyla kafirdir, günümüzde bu inancı taşıyan Kuraniyyun/Mealciler adında bir hizip çıkmış sünneti inkar etmiştir. Bu inancı taşıyan ehl-i sünnet akidesi çerçevesinde küfre düşer, dinden çıkar. Rasulullah (s.a.v.) ümmetini bu hususta uyarmış, bu sapık taifeden sakındırmıştır, “ Sizlere benim sünnetim ve hidayet ehli doğru yol üstünde olan halifelerimin sünneti gereklidir. (O iki sünnete) sımsıkı sarılın.” (Ahmed, sahih hadis) buyurmuştur. Ayrıca Rasulullah (s.a.v.) hadislerinde Tirmizi’nin Mikdam bin Madikerib’ten hasen olarak rivayet ettiği hadislerinde buyurur ki, “ Dikkat edin, Sizden biriniz koltuğuna kurulu halde benden bir hadis kendisine ulaşacak ta o şöyle diyecektir, Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı var. Bu kitapla neyi helal olarak bulursak onu helal sayar haram olan hususları da haram kabul ederiz. Gerçekten Allah Resulünün haram kıldığı bir şey Allah’ın haram kıldığı gibidir.” (İbn Mace-Darimi) Yine Rasulullah (s.a.v.) Tirmizi’nin Ebu Rafî’den hasen sahih olarak rivayet ettiği hadislerinde buyurur ki, Dikkat edin, Sizden birinizi emrettiğim ve veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaşınca koltuğuna yaslanmış durumda iken bilmiyorum Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (derken) bulmayayım.” ( İbn Mace-Ebu Davud)

الإيمان بالقدر خيره وشره، والتصديق بالأحاديث فيه، والإيمان بها، لا يقال: لم ولا كيف، إنما هو التصديق والإيمان بها
Kadere hayrı ve şerri ile iman etmek, bu konudaki hadisleri tasdik etmek, onlara inanmak gerekir. “niçin?” “nasıl?” diye sorulmaz. O ancak iman ve tasdiktir.
İmam Ahmed, Sünnetin gereklerinden bir hasleti terk eden, ona iman edip kabul etmeyen, onun ehlinden olamaz cümlesinden sonra, iman edilmesi gereken temel inançları beyan etmekle devam etmektedir. Bu inançlara iman dinin zaruri esaslarındandır. Mutlaka her müslümanın iman etmesi, doğrulaması gereken temel inançlar bulunmaktadır. Bunlardan birinin terki imanın terkinini getirir.

“Kadere iman” imanın altı esasından bir esastır, delille ve hüccetle tespit olunmuş bu esasın inkârı kişiyi dinden çıkartır. İmanın altı ilkesi şunlardır, Allah’a, Peygamberlerine, Kitaplarına, Meleklerine, Ahirete, hayır ve şerriyle kadere iman etmektir. Bu konuda kuran ve sünnette açık nasslar bulunmakla beraber âlimler bu hususta icma etmiştir. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır, “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.” (Bakara–285) ve yine Allah şöyle buyurur, “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır!” (Bakara–177) yine Allah şöyle buyurur, “Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer–49) ve yine Allah şöyle buyurur, “Her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir.” (Furkan–2)

Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: “Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem)bir gün İnsanların arasında iken bir adam gelip ona:“Ey Allah'ın Resulü! İman nedir?” diye sordu. Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem):“İman; Allah'a, meleklerine, kitabına, O'na kavuşmaya, peygamberleri¬ne iman etmen ve öldükten sonra dirilmeye iman etmendir” buyurdu.”(Buhari-Müslim)

Kadere iman dört mertebededir.
1.Mertebe: İlim; Allah’ın ezeli ilmiyle her şeyi bildiğine ve takdir ettiğine iman etmek. Her şey yokken o ilkti, her şey yok olsa da o sondur, hiçbir şey ilminden uzak değildir, yerde ve gökte olup biten ve her yaratıktan haberdardır. Allah, bir şey gerçekleşmeden önce onu bilir, ne zaman olacağını bilir, gelecekte nasıl olacağını bilir. Bu konuda şu ayetler delildir, “Eğer (dünyaya) geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar.”(Enam–28) yine Allah şöyle buyurur, “Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi. Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi” (Enfal–23) ayetler Allah’ın gerçekleşmeyen olayları bile bildiğine delildir.

2.Mertebe: İmanın yazılması; Allah’ın her şeyi Levhi Mahfuza yazdığına iman etmektir. Allah, kulun sıfatlarını, fiillerini, hareketlerini, rızklarını, amellerini, cennetlik mi değil mi, fakir mi zengin mi ölüm, hayat, aciz, kuvvetli her şeyi yazmıştır. Allah ayetinde buyurur “Allah gökte ve yerde olup biteni bildiğini bilmez misin? Bunu hepsi kitapta yazılıdır.” (Hacc–70) “Allah her şeyi bilir” (Enfal–75) “Yerde isabet eden her musibet ve nefsinizde olan her şey kitapta yazılıdır.” (Hadid, 22)

Bu iki mertebeye iman etmek imandandır, inkâr eden mümin sıfatından çıkar, sahabe döneminde kaderiler denilen bir taife çıkarak bu iki mertebeyi inkâr etmiştir, bu nedenler de Abdullah ibn Ömer onları kâfir saymıştır. Çünkü bu taife bu sözleriyle Allah’a cehalet nispet etmişlerdir. İmam Şafiî onlar hakkında şöyle demiştir “ Kaderiye ile ilimle münazara edin, sizi doğrularlarsa muhalif, reddederlerse kâfir kabul edin.”

3-İrade ve Meşiet denilen hayır olsun şer olsun, Facir olsun itaatkâr olsun, küfür olsun iman olsun, fakir olsun zengin olsun her şeyi Allah’ın yarattığına inanmaktır. Allah’ın dilediği şeyleri hikmetle meydana getirdiğini doğrulamak gerekir. Zira Allah ancak hikmetle yaratır, yasaklar, emreder. Allah buyurur “Şüphesiz ki senin Rabbin âlim ve hâkimdir” (Yusuf–6)

Kaderiye günahın ve küfrün Allah’ın dilemesi çerçevesinde olmasını inkâr edince ehl-i sünnet şöyle cevap vermiştir. “Siz Allah’a mülkünde dilemediği- istemediği şeyin olduğunu söylemekle acizlik isnad ederek Allah’ı aciz göstermektesiniz. Yani Allah istemediği şeyi defetmekte acizdir, bu söz sözlerin en batılıdır. Allah, küfre ve masiyete razı olmaz, emretmez, kulun iradesine göre onu yaratır.”

Allah küfür veya masiyetin gerçekleşmesini kevni ve kaderi bakımdan istemiş, şeri/dini irade bakımdan istememiştir. Zira yerde ve gökte olup biten her şeyin onun hükmüyle gerçekleşir, küfür ve iman, taat ve isyan onun dilemesiyle yaratılmıştır. Eğer insanların tümü Allah’a iman etmiş olsaydı Allah yolunda cihadın anlamı nedir, Vela ve beranın amacı nedir, Allah’a davetin hikmeti nedir?

4-Yaratma ve icat etme hakkının Allah’a ait olduğuna iman etmek, Kaderiye bu gerçekleri inkâr etmiştir, onlara göre Allah küfrü ve masiyeti yaratmaz. Allah’ın her yaratması onu hikmetine bağlıdır. Tavus der ki “ Ben Peygamberin 300 ashabının Her şey kaderledir dediğini işittim.” Abdullah ibn Ömer Peygamberin şöyle dediğini rivayet eder “Acizlik ve zekâlık bile Allah’ın kaderindendir.”

Bir taife vardır ki onlarda Mecusi olan cebriyedir, Mecusilere benzedikleri için Mecusi cebriye denmiştir. Kulların seçme haklarının olmadığına amellerini yapmak, hususunda mecbur olduğuna inanır. Onlara göre; Allah kullarına fiilleri yapmak hususunda mecbur etmiştir. Bu söz gereği de Allah faildir, diyelim ki oruç tutan insan değil Allah’tır, namaz kılan insan değil, Allah’tır. Küfreden veya günah işleyen insan değil, Allah’tır, zira o emretmiştir, o yaratmıştır. Bu sözü söyleyen kimse, küfrü ve masiyeti Allah’a layık görmüştür. Böylece Allah ona göre küfrü ve masiyeti sevmekte ve razı olmaktadır, Bu söz ise Allah’a karşı yapılan en büyük bir iftiradır. Bu kaderci cebriye iki kısımdır.

1-Masiyete karşı kaderle “Eğer Allah dileseydi biz ve babalarımız şirk koşmazdık.”(Nahl-35) ayetiyle hüccet getiren Müşrik olanlar taifesi.
2-Her şeyi iblisi, küfrü, zulmü, günahı yaratan Allah’tır, bu nedenle Allah zalimdir, şeytandır (Allah’a sığınırız) diye inanan İblisçiler taifesi.

İblisçiler taifesi, Allah’ın emirlerine, nehiylerine, kaderine inanmakla beraber, “Allah yasakladığı şeyleri yaratmaktadır” diyerek Allah’ın hikmetine çelişki izafe ederler. Onlara göre Âdem’e secde etmeyen iblis, miskindir, mazlumdur, Allah zalimdir (Allah’a sığınırız) Şeyhülislam böyle kimselerin cehenneme atılacaklarını nakleder.

Müşrik olanlar taifesi ise, kadere inanıp Allah’ın emirlerine inanmayanlardır, Bunlar Allah’ın kaderini doğrulamakla beraber emrine muhalefet edenlerdir, Bu taife şöyle demektedir, “Allah’ın emrettiği namazı kılmadığın takdirde sen kaderinin gereğini yapmış olursun, oruç tutmazsan kaderinin gereğin yaparsın, zira insan buna mecburdur, çünkü Allah kaderini o şekilde yaratmıştır.” Bu kimseler; küfürlerini, şirklerini, masiyetlerini Allah’a karşı hüccet göstererek müşrik olmuşlardır. “Eğer Allah dileseydi biz ve babalarımız şirk koşmazdık.”(Nahl–35) ayetini Allah’a karşı delil gösterip şirk koşarak müşrik sayılmışlardır. Görüldüğü gibi kadere inanmışlar ama şeri emrine inanmayarak şirke düşmüşlerdir. Günümüzde bu kader anlayışı çağdaş bir yaklaşımla savunulmaktadır. Allah kaderim gereği beni içkici, kumarcı, dinsiz yaptı denilerek şirk ve günahları Allah’a etmektedirler. Bu batıl kaderci düşünce, kuranın ve sünnetin bildirdiklerini hakkıyla bilmeyen, kendini temize çıkartmak isteyen bir taifedir.

Mecusi kaderciler taife ise; Allah’ın emirlerine inanıp kadere iman etmeyenlerdir. Bu kimseler Allah’ın kaderine itiraz edenlerdir, onlara göre insan kendi fiilinin yaratıcısıdır. Bu inanç mensuplarına göre Resullere ve kitaplara gerek yoktur.

İşte görüldüğü gibi ehl- sünnet dışı kaderci fırkaların görüşleri kısaca budur. Ehl-i Sünnet bu fırkaları reddetmiş, delille onların görüşlerini çürütmüş, sahih bir kader anlayışı yerleştirmiştir.

İmam Ahmed’in “Kadere hayrı ve şerri ile iman etmek” sözünün maksadı da budur, müslüman kaderin hayrına ve şerrine iman edecektir, Allah kendisi için neyi ve nasıl takdir etmişse iman edecek, neden ve niçin böyledir demekten sakınacaktır, teslim olacaktır. Allah mal, rızık, sıhhat, iman vermişse bunun Allah’tan bir hayır, eğer hastalık, fakirlik, sıkıntı vermişse de bunun onun imtihanı olduğunu kabul edecektir. Neden Allah bana fakirlik, hastalık, dert, sıkıntı verdi demekten uzak kalmalıdır. Niçin Allah bana ilim, basiret, akıl vermedi demekten korkmalıdır. Kaderin sırrına karşı meydan okumak müslümana asla yakışmaz. İmam Tahavi der ki, “Kader, Allah’ın kulundan sakladığı ve ulaşmasına engel olduğu bir sırrıdır, kim Allah neden böyle yaptı? derse kitabı reddetmiş olur ki, kitabı reddeden ancak kâfirlerden olur. Zira Allah “ Allah yaptığından sorulmaz insanlar sorgulanır.” buyurur. (Enbiya–23)”
dareyn
dareyn
ilim ehli

Mesaj Sayısı : 482
Yaş : 50
Nerden : Dünya

http://my.opera.com/muhacir/blog/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz