HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.

Join the forum, it's quick and easy

HİCRET
Allah'ın selamı hidayete tabi olanlara olsun

Hoş geldiniz lütfen üye olunuz.

Allah (c.c) size bu dünyada ve ahirette af ve afiyet versin amin.
HİCRET
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

PEYGAMBERİMİZ VE YETİMLER

Aşağa gitmek

PEYGAMBERİMİZ VE YETİMLER Empty PEYGAMBERİMİZ VE YETİMLER

Mesaj  erkam Perş. Şub. 10, 2011 6:41 am

"Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan
fakiri doyur, yetimin başını okşa!"
İbn-i Hanbel, II, 263, 387

Dînimizde erginlik çağına gelmeden önce babasını kaybetmiş kız veya erkek çocuklara yetim denilmektedir. Hadis-i şerîfte "Büluğ çağına ulaştıktan sonra yetimlik kalkar..." (Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 9) buyrulmakla yetimliğin yalnızca çocukluk devresiyle alakalı bir durum olduğu ifade edilmiştir.

İslâm öncesi Arap toplumunda
özellikle savaşlar ve boşama kolaylığı gibi sebeplerle dul ve yetimlerin
sayısı oldukça fazlaydı. Câhiliye toplumunda yetimler horlanır ve
haklarına riayet edilmezdi. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-
de yetim olarak büyümüş, kavminin bu konudaki tavrını yakînen görmüştü.
Nitekim Allâh Teâla Habîb-i Edîbi'ne hitaben:

"O seni yetim bulup barındırmadı mı?" (ed-Duhâ 93/6) buyurarak Peygamberini yetim iken çeşitli vesilelerle koruyup muhafaza ettiğini belirtmiş:

"Öyleyse yetimi hor görme!" (ed-Duhâ
93/9) fermanıyla da ben nasıl seni himâye etmişsem, sen de diğer yetim
kullarıma sahip çık, onların derdiyle ilgilen, sıkıntılarını hallet
demek istemiştir.

Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve
sellem-'in yetimlerle ilgilenmesi ve onların haklarıyla alakalı
düzenlemelerde bulunması risâletin ilk yıllarından itibaren başlar.
Habeşistan'a giden mühacirlerin başkanı Cafer bin Ebî Tâlib, Necâşî'nin
huzurunda İslâm'ı ve Müslümanları savunmak maksadıyla yaptığı konuşmada,
Câhiliye döneminde kuvvetlilerin zayıfları ezdiğini, Hz. Peygamberin
ise güçsüzlerin yanında yer alarak onların haklarına sahip çıktığını ve
"yetim malını yemeyi" yasakladığını belirtmiştir. (İbn Hişâm, I, 359)

Bir ayet-i kerîmede yetim malını
yemeye kalkışanların, dünya ve ahirette hüsrana uğrayacakları çarpıcı
bir üslüpla şöyle beyan edilmektedir:

"Haksızlıkla yetimlerin
mallarını yiyenler hiç şüphesiz karınlarına ateş doldurmuş olurlar.
Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir."
( en-Nisâ 4/ 10)

Görüldüğü üzere yetimin malını
çeşitli sebeplerle haksız yere yemeye veya herhangi bir şekilde telef
etmeye kalkışanlar, yetimden önce kendilerini helâk etmiş olmaktadırlar.
Durum böyle olunca, bir Müslüman için "Yetimin malına ancak en güzel ve faydalı bir şekilde yaklaşınız!..." (el-En'âm 6/152) ayetinin fehvasına uymaktan ve yetimin haklarına daima riayet etmekten başka yol kalmamaktadır. Nitekim
dinimizin gösterdiği bu hassasiyet üzerine ashab-ı kirâm artık
yetimlerle bir arada bulunmaktan bile çekinir hale gelmişler, neticede
durum Peygamberimize arzedilmiş ve şu ayet-i kerime nazil olmuştur:

"...Sana yetimleri soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (ihmal etmekten) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, ( unutmayınız ki) onlar sizin din kardeşlerinizdir. Allah işleri bozanla düzelteni bilir..." (el-Bakara 2/220) (Nesâî, Vasâyâ, 11)

Bu âyet ile de yetimlerle kimin iyi
kimin kötü niyetle ilgilendiğini Allah Teâlâ'nın çok iyi bildiği,
dolayısıyla sorumluluktan kaçılmaması ve yetimlerin tam bir kardeş
muamelesine tâbi tutulması gerektiği vurgulanmıştır

Haksız yere yetim malı yemenin insanı
helak edeceğini belirten (Buhârî, Vasâyâ, 23) Fahr-i Kâinât -sallallâhu
aleyhi ve sellem- bizleri yetime karşı her hususta hâmi olmaya davet
etmektedir. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

"Müslümanlar içinde en hayırlı
ev, kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar
içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu
evdir."
(İbn-i Mâce, Edeb, 6)

Bu hadise göre yetimi sadece
barındırmak kâfî değildir, aynı zamanda ona iyi davranmak da gerekir.
Bir taraftan yeme-içme, giyim-kuşam gibi ihtiyaçları karşılanan yetim
diğer taraftan maddi veya manevi eziyete maruz kalırsa, bu tür bir
barınma onun için zulüm haline dönüşebilir.

Bir başka hadis-i şerîfte de yetime yapılan iyiliğin karşılığında cennetin kazanılacağı şöyle dile getirilmektedir:

"Bir kimse, Müslümanların
arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine
götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu
mutlaka cennete koyar."
(Tirmizî, Birr, 14)

Affedilmeyecek suç ifadesi, iki büyük
günahı hatıra getirmektedir: Biri Allah'a şirk koşmak yâni Allah'tan
başka bir ilâhın varlığını kabul etmek, diğeri de kul hakkı yemektir.

Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve
sellem- yetimlerin maddî ve manevî sıkıntılarına katlanarak onları güzel
bir şekilde yetiştirenlerin cennette kendisine komşu olacağını haber
vermektedir. İlgili rivayetlerden birinde Resûlullah -sallallâhu aleyhi
ve sellem-:

"Kim üç yetimi yetiştirir,
nafakasını temin ederse, sanki ömrü boyu geceleri namaz kılmış,
gündüzleri oruç tutmuş ve sabahtan akşama yalın kılıç Allah yolunda
cihad etmiş gibi sevap alır. Keza, ben ve o, şu iki parmak gibi cennette
kardeş oluruz"
buyurmuş ve ardından şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yapıştırmıştır. (İbn-i Mâce, Edeb, 6)

Cennet'e girebilmek, şüphesiz büyük
bir saâdettir. Bundan daha üstünü, Cennet'te Resûl-i Ekrem - sallallahu
aleyhi ve sellem-'e komşu olabilmektir. Cennet'i yaratan ve oradaki
üstün mevkileri bazı iyilikleri yapanlara ayıran Allah Teâlâ, sevgili
Resûlü'ne komşu olma bahtiyarlığını, yetimleri koruyanlara lutfetmiştir.
Bir diğer hadîs-i şerîfte de bu gerçek şöyle pekiştirilmektedir:

"Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himâye eden kimseyle ben, cennette şöyle yanyana bulunacağız."

Hadisin râvisi Mâlik bin Enes,
Peygamber -aleyhisselâm'-ın yaptığı gibi işaret parmağıyla orta
parmağını gösterdi. (Müslim, Zühd, 42)

Bu hadis-i şerifte dikkat çekildiği
üzere yetimler, insanın kendi yetimleri ve başkasına ait yetimler diye
ikiye ayrılmaktadır. Bir kimsenin kendi yetimleri; torunu, erkek veya
kız kardeşinin çocuğu, öz veya üvey kardeşi, oğulluğu, kocası ölen bir
hanıma göre geride kalan çocukları, yahut bu neviden yakınlarıdır.

Yetim bir yavrunun babadan anadan
kalma malı bulunabilir. O takdirde bu yavruya erginlik çağına girene
kadar sahip çıkmak, malının yok olup gitmesini engellemek, onu himâye
etmek demektir. Şayet malı bulunmuyorsa, onun himâyesi, babasının
yokluğunu aratmamaya çalışmakla mümkün olur. Her toplumda olduğu gibi
bizde de hadsiz hesapsız yetim vardır. Nice yetimler, ellerinden
tutacak, kendilerini hayatın zor ve katı şartlarına alıştıracak
rehberleri olmadığı için ezilmişler, itilip kakılmışlar ve âdeta kötü
insan olmaya zorlanmışlardır.

Bu yavrulara sahip çıkanlar, toplumun
bir açığını kapamış, bir yarasını sarmış, kısaca insan olmanın
sorumluluğunu duymuş olurlar. Hayatın zorluklarının bir kimseyi ezmesine
mani olanlar, emsâlsiz bir zevk tadarlar ve şu hadîs-i şerîfin
vâdettiği hesapsız mükâfatı kazanırlar:

"Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır..." (İbn-i Hanbel, V, 250)

Her saç teline karşılık bir sevap, ne
büyük mükâfattır! Şu hâlde yüreğinden kopup gelen derin bir şefkat
duygusuyla bir yetimi kucaklayıp bağrına basan, yanaklarına öpücükler
konduran, ona yalnızlığını ve yetimliğini unutturmaya çalışan bir kimse,
ilâhî rahmet sağanağı altında yıkanmış ve günahlarından arınmış
olmaktadır.

Bir yetim gülüyorsa, başına şefkat
eli değdiği içindir. Bir yetim gülüyorsa, bütün bir toplum gülüyor
demektir. Zira yetime gösterilecek iyi muamelenin dünya hayatında kalp
huzuruyla yaşamak için önemli bir vesile olduğu unutulmamalıdır. Fahr-i
Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- kalbinin katılığından şikâyet eden
sahâbîye şu tavsiyede bulunmuştur:

"Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan fakiri doyur, yetimin başını okşa!" (İbn-i Hanbel, II, 263, 387)

Peygamberimiz yetim hakkındaki söz ve
tavsiyeleri yanında uygulamalarıyla da bizler için üsve-i hasene
olmuştur. Gerek kamu yararına gerekse kendi adına yetimle ilgili bir
husus mevzu bahis olduğunda, Fahr-i Kînât -sallallâhu aleyhi ve sellem-
yetimi dâima koruyup gözetirdi. Mesela Mescid-i Nebevî'nin inşa edildiği
arsa, Ensar'dan Esad bin Zürâre'nin himayesinde bulunan Sehl ve Süheyl
adındaki iki yetime aitti. Bu iki yetim arsayı mescid yapılması için
hibe etmek istemişler, ancak Hz. Peygamber bunu kabul etmemiş ve
bedelini ödemiştir. (Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr, 45)

Öte yandan Resûl-i Ekrem'in
himayesinde bazı yetim çocukların bulunduğunu görmekteyiz. İbn-i Sa'd'ın
naklettiğine göre Ebû Ümâme -radıyallahu anh- ölmeden önce Kebşe,
Habibe ve Fâria adlı üç küçük kızını Hz. Peygamber'e vasiyet etmiştir.
Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- de bu kızlara gereken ilgiyi
göstererek onların kendi yakın gözetimi ve terbiyesi altında
yetişmelerini sağlamıştır. (İbn-i Sa'd, III, 610)

Vaktiyle yetim bir çocuk olan Ebû
Cuhayfe -radıyallahu anh- da Hz. Peygamber'in zekat toplamak ve
dağıtmakla görevli memurundan bahisle şu hatırasını anlatır:

"Bize Nebî -sallallâhu aleyhi ve
sellem-'in zekat memuru geldi. Zekatı zenginlerimizden alıp
fakirlerimize verdi. Ben yetim bir çocuktum. Bana da bir deve verdi."
(Tirmizî, Zekât, 21)

Ashabını genel olarak yetimi ve onun
hakların korumaya teşvik eden Hz. Peygamber, yeterli kapasiteye sahip
olmayanların bu işi üstlenmemelerini de istemiştir. Ebû Zer el-Ğifârî'ye
şu tavsiyede bulunmuştur:

"Ey Ebû Zer seni zayıf görüyorum.
Doğrusu ben kendim için istediğimi senin için de istemekteyim. Sakın
iki kişiye emir olma ve yetim malının velayetini de üzerine alma!"
(Nesâî, Vasâyâ, 10)

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve
sellem- her zaman var olabilecek şehit aile ve çocuklarına özel alaka
göstermiş, onlara elinden gelen maddî ve manevî yardımı esirgememiştir.
Duruma göre Efendimiz bazen mağdur olanları doğrudan himayesi altına
almış, bazan onların acılarına göz yaşlarıyla ortak olmuş, bazen de
şehitlerin ahiretteki yüksek payelerini hatırlatarak geride kalan
yakınlarının yanık yüreklerine su serpmiştir.

Beşir (Bişr) bin Akrabe der ki:

Babam Akrabe, Uhud günü şehid olunca ağlayarak Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e gittim.

"- Ey sevgilicik! Sen ne diye ağlıyorsun? Sus ağlama! Senin baban ben olsam, annen de Aişe olsa, razı olmaz mısın?" buyurdu.

- Anam babam sana feda olsun ya Resûlallah razı olurum, dedim.

Bunun üzerine Efendimiz eliyle başımı
okşadı. (Şu anda) saçlarım ağardığı halde Resûlullah'ın elinin başıma
değdiği yerler hala siyah kalmıştır. (Buhârî , et-Târîhu'l-kebir, II, 78; Ali el-Muttakî, Kenz , XIII, 298)

Oğlu Bedir'de öldürülen Ümmü Hârise
-radıyallahu anha- ile ilgili şu haberde ise Resûlullah'ın şehit
ailelerine gösterdiği teveccühün bir başka şeklini görmekteyiz. Ümmü
Hârise'nin oğlu Hârise, Bedir gazvesinde düşman tarafından rastgele
atılan bir okla öldürülmüştü. Bu olay üzerine Ümmü Hârise Hz.
Peygamber'in huzuruna gelerek şöyle dedi:

- Yâ Resûlallah Eğer oğlum cennette ise sabreder sevabını beklerim; değilse onun için var gücümle ağlarım.

Resûlullah ona şu müjdeli haberi verdi:

"- Ey Ümmü Harise, cennette bir çok dereceler vardır. Oğlun bunlardan Firdevsü'l-A'lâya erişti." (Buhârî, Cihâd, 14; İbn-i Hanbel, III, 272)

Diğer taraftan Nebiyy-i Ekrem
-sallallâhu aleyhi ve sellem- Uhud savaşında şehid düşen amcası Hz.
Hamza'nın kızı Ümâme'yi Ca'fer bin Ebî Talib'in himayesine vermiş, daha
sonra da onu Ümmü Seleme'nin oğlu Seleme ile evlendirmiştir. (İbn-i
Sa'd, VIII, 159-160)

Peygamberimiz Mûte muharebesinde de
Ca'fer bin Ebî Talib'in şehadetini duyunca hemen onun evine koşmuş göz
yaşları içinde çocuklarını bağrına basıp koklamış, ardından yasları
sebebiyle Cafer ailesine yemek hazırlanmasını emretmiştir. (İbn-i Hişâm,
III, 436)

Efendimizin daha sonra da bu aileyle
yakından ilgilendiğini görmekteyiz. Abdullah bin Ca'fer -radıyallahu
anh- Allah Resûlü'nün kendileriyle yakından ilgilendiğini gösteren şu
tatlı hâtırayı nakletmektedir:

İyi hatırlıyorum, ben ve Hz. Abbas'ın
iki oğlu Kusem ile Ubeydullah çocukken birgün sokakta oynuyorduk. Allah
Resûlü bir binekle yanımıza çıkageldi. Beni göstererek:

"- Şunu bana kaldırın!" dedi ve beni ön tarafına oturttu. Kusem'i de göstererek:

"- Şunu da kaldırın!" dedi. Onu da terikisine aldı.

Efendimiz'in amcası olan Abbas
-radıyallahu anh- Kusem'den çok Ubeydullah'ı severdi. Buna rağmen
Resûlullah Efendimiz amcasından çekinmedi ve terikisine Kusem'i
bindirdi. Sonra üç defa başımı okşadı ve her okşayışında:

"Allahım! Ca'fer'in evlatlarına Sen sâhip çık!" diye dua buyurdu. (İbn-i Hanbel, I, 205; Hâkim, III, 655)

Yine birgün Efendimiz çocuklarla birlikte pazarda satış yapan Abdullah bin Cafer'in yanına uğramış, onun hakkında:

"Allah'ım! Bu çocuğun satışını bereketli kıl" diye dua etmiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe , II, 289)

Hz. Peygamber genel olarak şehit aileleri için de şöyle dua etmiştir:

"Allah'ım! Onların kalplerindeki
üzüntüyü ve başlarına gelen musibeti gider. Şehitlerin geride
bıraktıklarını kendileri hakkında hayırlı eyle!"
(Vakidî, I, 316)
erkam
erkam
Admin

Mesaj Sayısı : 263

https://hicret.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz